Hz. Salih`in hayatı
Hz. Sâlih, Şam ile Hicaz arasında "Hicr" denilen yerde yaşayan 
"Semud" kavmine peygamber gönderilmiştir. Bu kavim de dağları delmiş, 
taşları oymuş, kendilerine pek sağlam binalar yapmışlardı. Fakat, bunlar da 
doğru yoldan çıkmış bulunuyorlardı. Hz. Sâlih'in yirmi sene devam eden 
emirlerine ve öğütlerine muhalefet ettiler. "Bu deveye dokunmayınız" 
dediği ve mûcize olarak taştan Allah'ın emri ile çıkardığı hayvanı boğazladılar. 
Nihayet şiddetli bir gürültü ile yerlere serilip helâk oldular. Salih peygamber 
de, kendisine îman edenlerle beraber çıkıp önce Şam'a, Filistin'e, sonra da 
Mekke-i Mükerreme'ye gitti. Seksen beş sene veya iki yüz sene yaşadığı ve 
Mekke-i Mükerreme'de Rükün ile makam arasında gömüldüğü rivayet edilir.[1]
Hz. Sâlih, Kur'an-ı Kerîm'de adı geçen peygamberlerden biri.[2] Semud kavmine 
gönderilen peygamber olup Hz. Nuh'un oğullarından Sam'ın neslinden olup 
Hz.Âdem'in 19. kuşaktan torunudur.[3]
Hz. Hûd'un peygamber olarak 
gönderildiği Ad kavmi, isyânları sebebiyle büyük bir azaba düşüp, helâk olmuştu. 
Îmân ettikleri için bu azaptan kurtulan insanlar ise kendilerine yeni yurtlar 
kurmak üzere çeşitli bölgelere dağıldılar. Bu dağılan insanlardan bir kısmı, 
Semûd denilen kimsenin evlatlarıdır. Semûd kavmi, Şam ile Hicaz arasındaki Hicr 
denilen bölgede yerleşmişti. Bu sebeple “Eshâb-ül-Hicr” de denilen bu 
kavim, gün geçtikçe çoğalıp büyüdü. Dokuz kabîleden meydana geldi.[5] Reisleri 
de Cenda bin Amr isminde birisi idi.[3] Yazları sıcak günlerde yüksek yaylalara 
dağlara çıkarlar, taşlara oydukları büyük, saraylarda yaşarlardı. Kış mevsimi 
gelip de soğuklar bastırdığında aşağı vadiye iner orada yaptıkları köşklerde 
yaşarlardı.[4]
Çok çalışıp, bağlar, bahçeler yetiştirdi. Çöllerin kuru 
sıcağından kurtulup, dağları oyarak tepelere saraylar, ovalara köşkler kurdular. 
Sanatta ve servette iyice ilerlediler. Ancak, zevk ve safâya düşüp daha önce 
kendilerine Hûd tarafından bildirilen, hak dinden yavaş yavaş uzaklaşmaya 
başladılar. Kabîle reislerinin de zulme ve haksızlığa başlamaları üzerine, 
gittikçe çözülen, Semûd kavmi, nihâyet ağaçtan ve taştan putlar yapıp tapmaya 
başladılar. Saptıkları kötü yolda sürüklenerek, tevhid esâsından, Allah-u 
teâlâya îmân etmekten tamâmen uzaklaştılar. Câhil ve azgın bir kavim 
oldular.[5]
İşte bu diyarda Hz. Sâlih doğup büyüdü.[3] Semud kavminin ileri 
gelenlerinden, Ubeyd adlı bir zatın oğlu olan Salih, güzel ahläkı, hoşgörüsü, 
fakirleri ve zayıflan kollayıp korumasıyla herkesin gönlünü almıştı.[4] Küçük 
yaştan itibaren putlara tapmazdı, ve ileride kendisinin Semûd'a lazım 
olabileceği için ona kimse bir şey diyemezdi.[3]
Hz. Sâlih, bu kavim 
arasında herkesle iyi geçinen, fakirlere yardım eden, zayıfları koruyan ve üstün 
ahlâkıyla sevilen bir zâttı. Kırk yaşlarına geldiği sırada, Allah-u Teâlâ onu 
Semûd kavmine, doğru yolu göstermek üzere peygamber olarak gönderdi;
«Biz, 
Semûd kavmine kardeşleri Salih'i (gönderdik)»
«Andolsun, Biz Semud 
(kavmine) kardeşleri Salih'i: "Yalnızca Allah'a kulluk edin" diye (demek üzere) 
gönderdik. Bir de ne görsün, onlar birbirilerine düşman kesilmiş iki gruptur.» 
Hz. Sâlih kavmini îmâna dâvet edip, putlara tapmaktan, zulümden ve diğer 
bütün kötülüklerden uzak durmalarını ısrarla söyledi. Kavmine; “Gerçekten ben 
size gönderilen güvenilir bir peygamberim. Artık Allah'tan korkun, bana itâat 
edin.” diyerek dâvetini açıkladı.
Hz. Sâlih'in bu dâveti karşısında 
pek az kimse îmân etti. Kavmin çoğunluğu îmân etmemekte direndi. Servetlerine 
güvenen, zevk ve safâ içinde kendinden geçip, zulme başvuran inkârcılar, Hz. 
Sâlih'e; “Sen de bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin!” 
diyorlar, onu, “büyülenmiş, yalancı” sayıyorlardı. Hz. Sâlih ise kavmini 
îmâna dâvet etmeye devam ediyor ve şöyle diyordu:
“Ey Semûd kavmi! Siz 
içinde bulunduğunuz bu güzel bağ ve bahçelerle, bu yemyeşil ekinler, altın 
başaklarla, güzel hurmalarla ve çağlayan sularla berâber ebedî olarak burada 
kalacağınızı mı zannediyorsunuz? Bu evleri kim yaptı. Şimdi kim oturuyor, hiç 
düşünüyor musunuz? Bu bağların ve bahçelerin ilk sâhipleri kimlerdi, şimdi kim 
oturuyor? Belki onlar da sizin gibi kendilerini burada ebedî kalacak 
zannediyorlardı. Fakat hepsi ölüp gittiler. Siz de gelip geçenler gibi 
öleceksiniz. Bunlar size kalmayacak. Âhirette, yaptıklarınızdan birer birer 
hesâba çekileceksiniz. Henüz fırsat eldeyken bana tâbi olun. Şunu iyi bilin ki, 
bugün sizi aldatıp, Allah'a isyân ettirenler, ilâhî azaptan kendilerini de sizi 
de kurtaramayacaklardır. Çünkü onlar da sizin gibi âciz 
insanlardır.”
Allah-u Teâlâ, Semûd kavmine isyân ve taşkınlıktan vaz 
geçmeleri için, kadınlarını kısır bıraktı. Ağaçlar kuruyup meyve vermedi. 
Semûdluların bir kuyu hâricindeki bütün suları kurudu.[5] Yalnızca bir kaynaktan 
su geliyordu. Onun dışında bütün kaynaklar kurumuştu. O kaynak halkın ihtiyacına 
yetiyor ise de bağlara ve bahçelerine yetişmiyordu.[4] Hz. Sâlih'e kin ve 
öfkeyle gelen Semûdlular: “Ey Hz. Sâlih! Aramıza fesat karıştırdın. 
Mallarımıza, çoluk-çocuğumuza, bize zarar verdin. Buradan çekil git. Yoksa seni 
öldürürüz.” dediler. Hz. Sâlih bir müddet onlardan ayrılıp tenhâ yerlere 
gitti. Bir müddet sonra tekrar dönüp Semûdluları îmâna dâvet etti. Semûd kavmi, 
Hz. Salih'ten mûcize göstermesini istedi. Ancak mûcizeleri gördükleri hâlde yine 
îmân etmediler.
Yine bir gün Hz. Sâlih'e gelip: “Eğer doğru 
söylüyorsan, şu dağdaki sarp kayalardan kızıl tüylü ve doğurmak üzere olan bir 
dişi deve çıksın. O zaman sana îmân ederiz.” dediler. Bunu istemekten 
maksatları akıllara durgunluk verecek, insanları şaşırtacak bir iş isteyip, 
yapamamasını ve mahcup olmasını düşündüler.
Hz. Sâlih; “Allahü Teâlâ 
her şeye kâdirdir, böyle bir mûcize görürseniz, dağdan akan pınar suyunun bir 
gün deveye, bir gün size âit olmasına râzı mısınız?” dedi. Semûd kavmi, 
böyle bir şey olamayacağını düşünerek; “Bu şartı da kabul ediyoruz.” 
dediler.
Hz. Sâlih'in bu şarttan maksâdı; dağdan gelen pınar suyunun az 
olması ve azgın insanların sâhiplenmesi sebebiyle zor durumda kalan kimselere 
yardımcı olup, devenin hissesi olan suyu fakir ve zayıflara vermekti.
Hz. 
Sâlih ,onlara; “Benimle sözleştiğinizi unutmayın, şâyet deve çıkınca ona bir 
zarar verirseniz ve verdiğiniz sözlerde durmazsanız acı bir azâba uğrarsınız.” 
dedi. Semûd kavmi; “Sen deveyi çıkar, her istediğini kabul edeceğiz. Aksine bir 
iş yaparsak azâbı da kabul ediyoruz.” dediler. Nihâyet devenin çıkmasını 
istedikleri dağın kayalıkları önünde toplanıp, beklemeye başladılar.
Hz. 
Sâlih, böyle bir mûcize vermesi için Allah-u teâlâya duâ etti ve duâsı kabul 
oldu. Kaya yarılıp, arasından istedikleri gibi bir deve çıktı. Deve, iki yana 
dizilip hayret ve şaşkınlıktan donakalan Semûd kavmi arasından salına salına 
yürümeye başladı. Sonra da bir yavru doğurdu. Bu mûcizeyi görenlerden bir kısmı 
îmân etti. Diğer bir kısmı ise menfaatlerinin ve zulümlerinin ortadan 
kalkacağını görerek bir türlü îmân etmediler. Hz. Sâlih, onlara sözlerinde 
durmalarını, aksi takdirde ağır bir azâba düşeceklerini söyledi. Fakat inat ve 
inkârdan vazgeçmediler. Suyun taksimi işi de kendilerine ağır gelip kendilerine 
göre çâreler aramaya başladılar.
Mûcize olarak kayadan çıkan deve, 
yavrusuyla birlikte her tarafı dolaşıyor, su içme nöbeti olduğu gün de suyun 
başına gelip suyu tamâmen içiyordu. Su içmesi de ayrı bir mûcize olup tonlarca 
su içiyor, su vücûdunda kayboluyordu. Suyu içip bitirince, su çıkan yerde 
oturuyordu. Îmân edenler, ondan bir kabîleye yetecek kadar bol süt sağıyorlar, 
sütten içiyor ve yiyecekler yapıyorlardı. Böylece inananların îmânı kuvvetlenir, 
inkârcıların kinleri artardı. Bu mûcize karşısında âciz kalan Semûd kavmi, 
deveyi öldürmeyi plânlıyordu. Nitekim, Hz. Sâlih'in nasîhat edip, îmân etmeye 
çağırdığı bir sırada, onlar, su içmekte olan deveyi göstererek; “Güyâ şu 
deveyi öldürsek biz helâk olacakmışız! Onu öldürelim de gör!” 
dediler.
Nihâyet çeşitli plânlar kurarak deveyi öldürdüler. Sonra da Hz. 
Sâlih'e; “İşte deveyi öldürdük. Eğer söylediğin gibi bir peygambersen 
söylediğin azâbı getir.” dediler.
Hz. Sâlih bu azgın kavme şefkat ve 
merhâmetle nasîhat edip; “Ey kavmim! Nedir bu yaptığınız? Sizin için bir 
imtihan vesîlesi olan deveyi de öldürdünüz. İnkârda ve günahkârlıkta ısrar 
ettiniz. Buna rağmen tövbe kapısı açıktır. Neden azâbın gelmesini istiyorsunuz, 
tövbe ediniz!” dedi. Bu son dâvete de sert cevaplar veren Semûd kavmi, Hz. 
Sâlih'i, âilesini ve îmân edenleri de öldürmeyi plânlamaya 
başladılar.[5]
Semud kavmi, deveyi öldürmekle ızdırap ve sıkıntılarından 
kurtulacaklarını sanıyorlardı. Ancak Hz. Salih'in tehdit dolu sözleriyle, daha 
sıkıntılı daha ızdırap dolu saatler başlamıştı.[4]
Hz. Sâlih bu azgın 
kavme şöyle dedi: “Yurdunuzda üç gün daha kalın, birinci gün yüzünüz 
sararacak, ikinci gün kızaracak, üçüncü gün siyahlaşacak, dördüncü gün ise 
üzerinize azap gelerek sizi helâk edecektir!”
Hz. Sâlih'in söylediği 
bu günler gelip çattı. Bu sırada Semûd kavmi Hz. Sâlih'i ve inananları öldürme 
teşebbüsüne giriştiler. Onlar harekete geçmeden, Cebrâil gelip, durumu Hz. 
Sâlih'e bildirdi. Hz. Sâlih da îmân edenlerle birlikte oradan uzaklaşıp 
gitti.
Birinci günde bâzı acâib hâller zuhûr etti. Devenin bastığı 
yerlerden kan fışkırdığı, ağaçların yapraklarının kızardığı, kuyu suyunun kan 
renginde ve insanların yüzlerinin sapsarı olduğu görüldü. Allah-u Teâlâ, Hz. 
Sâlih'e o beldeyi terk etmelerini ve bir şiddetli azabın geleceğini vahyetmesi 
üzerine Hz.Sâlih ve kendisine imân eden 4000 kişi ile birlikte orayı terk 
ettiler. İkinci günde Semûdluların yüzleri kana boyanmış gibi kıpkırmızı oldu. 
Bu belirtileri gören Semûdlular azâbın geleceğine kanâat getirip feryât ettiler. 
Yüzlerinin siyahlaştığı üçüncü gün, evini sarıp hücum ettikleri Hz. Sâlih'in, 
şehirden çıkıp gittiğini anladılar. O gün, gece yarısından sonra, sabaha karşı 
şiddetli bir sarsıntı ve dağlardan fışkıran ateş ile Semûd kavminin yurdu altüst 
oldu. Cebrail Aleyhisselam onları bir sabah vakti sayha ile azaplandırdı. 
Sayhânın (sarsıntının) şiddetinden hepsinin ödleri patladı;
«(Bu 
azgınlara) azabım ve uyarılarım nasıl oldu! Biz onların üzerlerine korkunç bir 
ses gönderdik. Hemen hayvan ağılına konan kuru ot gibi oldular » 
Derken 
sarsıntılar ve gök gürlemeleri durdu. Sesler kesildi. (Onlara gelmesi 
bildirilen) hakikat yerini buldu. Yurtlarında cansız ve hareketsiz cesetler 
olarak diz üstü çökük vaziyette kalakaldılar.[6]
Hepsi helâk olup gittiler. 
Bundan sonra da yurtları hiç mâmur edilmedi. Sanki hiç insan yaşamamış bir yer 
hâlini aldı. Semûd kavmi helâk edildikten sonra Hz. Sâlih, îmân edenlerle 
birlikte gelip, yerle bir edilen şehre ibretle bakarak; “Ey kavmim! Sizden 
hiçbir ücret istemeden, sizi sâdece Allah-u teâlâya îmân etmeye dâvet ettim ve 
bunu size tebliğ ettim. Bu duruma düşmeyesiniz diye, size nice nasîhatler 
yaptım. Fakat siz dinlemediniz. Sonra bu azâba uğradınız!” 
dedi.[5][3]
Ancak birisi sayha'dan kurtulmuştu. Bunun ismi Ebû Rigâl isminde 
birisi idi. Ebû Rigâl Semûd'un helâk olduğu sırada Mekke-i Mükerreme'de 
Harem-Serif'te idi. Bu sebepten dolayı ona musibetten bir şey isâbet etmedi. 
Günlerden bir gün Harem'den çıktığında gökten bir tas düşüp onu öldürdü. 
Rasulallah Hicr'e uğradığı vakit buyurdu ki: «Mucize istemeyiniz. Muhakkak ki 
Sâlih'in kavmi mucize istedi de, Allah-u Teâlâ onlara deve gönderdi. Deve bu 
yoldan suya gider, su taraftan giderdi. Sonra onlar, Rablerinin emrinden (hak 
sözden) dönüp haddi aştılar. Allah'ın hareminde olan bir kişi dışında (ve imân 
edenler müstesna) Semûd kavminden herkesi helâk eden bir sayha onları 
yakalayıverdi» Bunun kim olduğu sorusuna:«Ebû Rigâl'dir. Harem'den 
çıktığında isâbet eden azap ona da isâbet etti» dedi.[3]
Müminler bir 
müddet sonra bu harabe haline dönüşen şehre geldiler. Azgınlığın ve inkarcılığın 
kötü sonucunu seyrettiler. Mü'min olduklarından dolayı Allah'a 
şükrettiler.[2]
Hz. Sâlih, kavminin helâkinden sonra kendisine îmân 
edenlerle birlikte Mekke'ye veya Şam taraflarına gitti. Remle kasabasına 
yerleşti. Hadramût tarafına gittiğine dâir rivâyetler de vardır.[5] Elmalılı 
Hamdi'ye göre ise Filistin'e gitmiştir.[3]
Allah Elçisi Salih (a.s), 
müminlere öğütlerde bulundu; onlara, Allah'a kul olmanın sevincini tattırdı. Her 
peygamber gibi o da Rabbinin rahmetine kavuştu. Ölümsüzlük diyarına 
ulaştı.[2]
Mekke'de vefat edip Kâbe-i Muazzama yanında 
defnedildi.[3]
Resulullah (s.a.v.) Tebük gazvesine giderken, Semûd halkının 
(kalıntı halinde) evlerinin bulunduğu ‘Hicr' denilen yerde konakladı. Resulullah 
(s.a.v.), sahabeleri Hz. Salih'in devesinin su içtiği kuyunun yanına götürdü. 
Sahabelere: ‘Şu azaba uğramışların yurduna ancak ağlayarak girin. Eğer 
ağlamayacaksanız, girmeyin. Yoksa onlara gelen musibet, size de gelir” 
buyurdu. (Buhârî, Müslim) [6]
Kur'ân-ı kerîmin değişik âyet-i 
kerîmelerinde, Hz. Sâlih'ten ve kavminden bahsedilmekte olup, Semûd kavminin 
helâk edilişi meâlen şöyle bildirilmektedir:
«Semûd kavmine gelince: 
Biz onlara doğru yolu gösterdik de onlar, körlüğü (câhillik ve sapıklığı) 
hidâyete tercih ettiler. Bunun üzerine onları, kazandıkları (işledikleri) günâh 
yüzünden şiddetli azap yıldırımı yakalayıverdi. Îmân edip de azâbımızdan 
korkanları ise kurtardık.» (Fussilet sûresi: 17-18) [5]
Hz. Sâlih'in 
Mûcizeleri
 
- Kayadan deve çıkartması. 
 
- Hz. Sâlih'in kavminin bulundukları yerde hamt denilen meyvesiz ağaçlardan 
 başka ağaç yoktu. “Hak peygambersen, bu ağaçlar meyve versin!” diye
 kendisine mûcize teklifinde bulundular. Hz. Sâlih, duâ edince, bu ağaçların
 hepsi çeşit çeşit meyveler verdi.
 
- Hz. Sâlih'in duâsı bereketiyle büyük taştan su çıkmıştır. 
 
- Hz. Sâlih'in çadırına ateş tesir etmemiştir. Şöyle ki, kavmi koyuncu idi. 
 Senenin bâzı aylarını sahralarda, yaylalarda çadır kurarak geçirirlerdi. Îmân
 etmeyenlerden biri, gizlice Hz. Sâlih'in çadırını ateşe verince, çadır yanmağa
 başladı. Bunun üzerine kavminden kâfir olanlar; “Hak peygamber isen,
 çadırındaki yangını söndür!” diye alay etmeye, eğlenmeye başladılar.
 Hazret-i Hz. Sâlih, yangının sönmesi için duâ edince, kendi çadırı kurtulup,
 ateş kâfirlerin çadırlarına geçti ve hiçbir çadır kalmayıp, içindeki eşyâlarla
 berâber, yanıp kül oldu.[5]
 
 
