Hz. Nuh`un Hayatı
Nuh Aleyhisselam, İdris Aleyhisselam'dan sonra gelen peygamberdir. 
Peygamberlerin büyükleri olan ve kendilerine «Ülü'l-Azm» (Azm edilen) 
denilen 6 peygamberden ikincisidir. Bu 6 büyük peygamber şunlardır: Hz. Adem, 
Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve peygamberimiz Muhammed Mustafa 
(S.A.V.).. Bunun nedeni kavminin Nuh tufanı diye adlandırılan gazap ile 
cezalandırılmalarındandır.
Nûh (A.S.), Adem (A.S.)'dan yaklaşık olarak 
bin sene sonra gönderilmiştir. Bu zaman zarfında insanlar tevhid üzere olup, 
Allah Teâlâ'ya şirk koşmaktan kaçınırlardı. İbn Abbas (R.A.)'dan şöyle rivayet 
edilmektedir: "Adem ile Nûh arasında on asır vardır. Bu zaman zarfında 
insanların hepsi İslam üzere idiler." 
İbn Abbas (R.A.)'ın hadisinde, 
İslâm üzere on asırdan bahsedilmektedir. Bu on asırdan sonra, Nûh (A.S.) 
gönderilinceye kadar, insanların sapıklık üzere bulundukları daha başka 
asırların da olması muhtemeldir. Ayrıca, İbn Abbas (R.A.)'ın bu hadisi, 
tarihçilerin ve Ehl-i kitab'ın zannettikleri gibi, Kabil ve oğullarının ateşe 
tapan bir topluluk olarak varlığının söz konusu olmadığını da ortaya 
koymaktadır. Yani, tevhidden ilk sapma, Adem (A.S.)'den en az 1000 sene sonra 
olmuştur.
Allah Teâlâ'ya şirk koşan bu putperest topluluk, aniden ortaya 
çıkmadı. İdris (A.S.)'ten sonra insanlar, onun şeriatına uyarak ibadet ediyor ve 
salih alimlerin çizgisinden yürümeye özen gösteriyorlardı. Bir zaman sonra 
insanların sevip uydukları bu salih kimseler ölüp gittiklerinde, kavimleri 
onları kaybetmekten dolayı büyük üzüntüye kapıldılar. Şeytan, onların bu 
hassasiyetlerinden istifade ederek, sevdikleri bu salih kişileri hatırlamak ve 
böylece onların nasihatlerini zihinlerinde canlı tutmak için onlara, bu 
kişilerin her zaman bulundukları yerlere, onların birer heykelini, anıtını 
dikmeyi telkin etti. İlk defa put diken bu nesil onları, kesinlikle tapınmak 
için dikmemiş ve onlara ibadet edip, şirk koşanlardan olmamışlardı. Ancak 
bunların peşinden gelen nesiller zamanla bu heykellerin birer ilâh olduğuna 
inanmaya, hayır ve şerrin sahibi olduklarını vehmetmeye başlamışlardı. Böylece 
yeryüzünde ilk defa, tevhid akidesinden sapılmış ve insanlar Allah'tan başka 
ilâhlar edinerek, O'na şirk koşmaya başlamışlardı. Putları diken bu ilk neslin 
vebali oldukça büyüktür. Zira onlar, bu putları dikmekle bir sonraki neslin 
putperest olmasına sebep olan ve Allah'a şirk koşmayı ilk icat edenlerdir. 
Ayrıca onlar, canlı suretler yapmakla da Allah Teâlâ'nın azabına müstahak 
olmuşlardır. Hz. Peygamber (S.A.V.) canlı bir şeye benzer bir sûret yapan kimse 
için şöyle buyurmaktadır: "Her kim bir sûret yaparsa, Allah Teâlâ ona kıyamet 
günü, yaptığı sûrete ruh verinceye kadar azap edecektir. O kimse ise asla bunu 
başaramayacaktır", Kıyamet günü en şiddetli azap suret yapanlara olacaktır. 
Onlara; "yarattıklarınızı diriltin bakalım" denilecektir"
Allah 
korkusundan dâima ağladığı için adına, çok ağlayan, inleyen mânâsına gelen 
''Nuh'' denilmiştir.İdris Aleyhisselam insanlara peygamber olarak 
gönderilip onlara doğruyu gösterdikten sonra diri olarak göğe kaldırıldı. Onun 
göğe kaldırılmasından sonra insanlar doğru yoldan ayrıldılar. Onu çok sevenler 
ayrılık acısına dayanamadılar. Resmini yapıp seyrettiler. Daha sonra gelenler, 
bu resimleri tanrı sandılar ve çeşitli heykeller yapıp; putperest, tapmaya 
başladılar. Böylece insanlar arasında ilk meydana çıktı. İnsanlar putlara 
tapmaya başladıktan sonra, gün geçtikçe aralarında, zulüm, zorbalık, fitne, 
ahlâksızlık gibi kötülükler artıp yayıldı. Hz. Nuh, böyle bir cemiyet içinde 
çocukluğundan beri doğru yolda bulunan, Allah-u Teâlâ'ya ibâdet eden sâlih bir 
kul idi. Sulama işleriyle, çiftçilikle, hayvan yetiştirmekle, marangozluk ve ev 
inşasında çalışıyordu. Doğru yoldan ayrılmış olan insanların kötülüklerinden de 
tamâmen uzak duruyordu. Elli yaşında iken, Allah-u Teâlâ, onu insanlara 
peygamber olarak gönderdi. Kendi zamânında yaşayan bütün insanlara peygamber 
olarak gönderilen Nuh Aleyhisselam, ömrünü sonuna kadar insanları Allah-u 
Teâlâ'ya iman etmeye, o'nun emirlerine uymaya, dâvet edeceğine söz (misak) 
verdi. Ona yeni bir din ve kitap verilmeyip, kendinden önceki peygamberlerin 
dinlerindeki hükümleri dokuz yüz elli sene insanlara bildirdi, onları hidâyete 
çağırdı. Peygamber olarak gönderildiği insanlar Kur'ân-ı kerimde; puta tapan, 
günahkar, kötü ve kalpleri kararmış bir millet olarak vasfedilmektedir. Kur'ân-ı 
kerimde meâlen; ''Muhakkak ki biz, Nuh'u (Aleyhisselam) kavmine resûl olarak 
gönderdik'' buyrulmaktadır.
Hz. Âdem'den sonra insanlar çoğalmış, 
birçok yerleri imar etmiş;fakat Allah'ın birliğine dayanan gerçek tevhid dînîni 
bırakıp putlara tapınmaya başlamışlardı.Fakat kendilerine kırk veya elli yaşında 
bulunan Hz. Nuh Aleyhisselam peygâmber gönderildi. Bu muhterem peygâmberin 950 
sene süren öğütlerini dinlemediler. Sonunda Hâzreti Nuh, Yüce Allah'ın emri ile 
gemi yaptı. Bu gemi tamamlandıktan sonra gökten yağmurlar yağmaya, yerden sular 
fışkırmaya, denizler kaynayıp taşmaya başladı, sular bütün yeryüzünü kapladı. 
Dağların tepelerini bile aştı. Buna "Tufan" olayı denir ki, rivâyete göre 
Hz. Âdem'in yaratılışından 2242 sene sonra olmuş, 5 veya 7 ay devam 
etmiştir.
Nuh Aleyhisselam, Sâm, Hâm ve Yafes adındaki üç oğlu ile diğer 
müminleri ve uygun gördüğü hayvanlardan birer çifti gemiye almış, bunun dışında 
kalanlar suların içinde boğulup gitmişlerdir.Hz. Nuh'un Yam veya Ken'an adındaki 
oğlu da kendisine inanmayıp bu günahkâr kavim arasında boğulup gitmiştir. Daha 
sonra yağmurlar kesilmiş, sular çekilmeye başlamış, Hz. Nuh'un gemisinde, Musul 
civarında "Cudi" denilen dağın üzerine Muharrem'in onuna rastlayan 
"Aşûre" gününde oturmuştu. Rivayete göre kırkı erkek kırkı dişi olmak 
üzere 80 kişiden ibaret bulunan gemi halkı karaya çıkmış, Yüce Allah'ın dinine 
bağlı kaldıkları için selâmete ermişlerdir.
Hz. Nuh'a ikinci âdem 
denir.Çünkü yeryüzündeki insanlar Tûfandan sonra bütün onun neslinden türeyip 
yeryüzünde dağılmış, aralarında başka başka diller meydana gelmiştir. Rivayete 
göre Hz. Nuh'un oğlu bulunan Sâm, Arapların, Farsların, Rumların, Hâm Sudan 
kavminin, Yafes de Türklerin ilk babasıdır. Hz. Nuh, Tûfandan altmış sene veya 
350 sene kadar daha yaşamıştır.
Nuh Aleyhisselam ve diğer kimselerin çok 
uzun seneler yaşamış oldukları çok görülmemeli.Yüce Allah ilk insanları, hikmeti 
gereği çok yaşatmıştır. Allah'ın kudretine göre güçlük yoktur. Zaten 
varlığımızın her ânı onun kudreti ile ayaktadır. Yoksa bir an bile yaşamak 
mümkün değildir. Onun için Yüce Allah dilediğini uzun ömre kavuşturur. Artık bu 
seneleri mevsimlere çevirmeye gerek yoktur.
Tûfan olayına gelince, bu 
âlimlerin çoğunluğuna göre genel olmuştur. Bütün yeryüzünü kapsamıştır. En 
yüksek dağların tepelerinde görülen deniz hayvanlarının fosilleri de bunu 
kuvvetlendiriyor. Bazı âlimlere göre de, özel bir bölgede olmuştur. Yalnız Hz. 
Nuh'un bulunduğu Bâbil bölgesine ve etrafına aittir. Gerçeğini Allah Tealâ 
Hazretleri bilir.
Hayatı 
Hz. Nuh, İdris Aleyhisselam'ın göğe 
çıkarıldıktan sonra azan insanlara peygamber olarak gönderildi. İnsanlar putlara 
tapmaya başladı. Cenab-i Hak bunun için Nuh Aleyhisselam'ı peygamber olarak 
gönderdi. O zaman 50 yaşında idi. Yıllarca insanları dine davet etti, putlara 
tapınmaktan sakındırdı ve Allah-u Teala'ya ibadet etmelerini söyledi. Ama Nuh 
Aleyhisselam'a kendi oğlu Yam yani Ken'an bile iman etmedi, hatta alaya alıp 
işkence ettiler: «Andolsun ki Nuh'u elci olarak kavmine gönderdik. Dedi ki: 
Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin ondan başka tanrınız yoktur. Doğrusu ben, 
üstünüze gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum» (A'raf, 59). Nuh 
Aleyhisselam insanların davetine icabet etmedikleri için onlara beddua etti: 
«(Rabbim!) Sen de bu zalimlerin ancak şaşkınlıklarını artır» (Nuh, 24). 
Allah-u Teala da bundan sonra Nuh Aleyhisselam gemi yapmasını emretti: 
«Gözlerimizin önünde ve vahyimiz (emrimiz) uyarınca gemiyi yap ve zulmedenler 
hakkında bana (bir şey) söyleme! Onlar mutlaka boğulacaklardır!» (Hud, 37). 
Gemi bitince tufan oldu (denizler taştı ve her taraf su oldu). Nuh Aleyhisselam 
sayısı 80 kişi kadar olan mü'minler ile 3 katli olan gemiye bindi. Nuh 
Aleyhisselam gemiye her hayvandan birer çift aldı. oğlu Ken'an'ı da gemiye almak 
istedi, ama o; "Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım" dedi, gemiye 
binmedi ve hemen bir dalga onu alıp boğdu. Allah Teala da Nuh Aleyhisselam'ın bu 
oğlu hakkında af dilemesine karşılık: «(...) Ey Nuh! O asla senin ailenden 
değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir istir. O halde hakkında bilgin olmayan bir 
şeyi benden isteme.(...)» (Hud, 46) buyurdu. Sular, dağları aştı; insanlar 
ve hayvanlar, telef oldu. 150 gün geçtikten sonra Allah-u Teala: «Yere suyunu 
çek; göğe: ey gök sen de yağmurunu tut» buyurdu ve bunun üzerine yağmur 
durdu, sular çekildi. Gemi, Cudi dağına oturdu. Hz. Nuh'a inanıp kurtulan 
insanlar aç oldukları ve dağda yiyecek olmadığı için Nuh Aleyhisselam'ın emri 
üzerine ellerinde olan bütün yiyecekleri birleştirdiler ve böylece ilk defa 
Aşure yemeğini yaptılar. İnsanlar Nuh Aleyhisselam'ın 3 oğlu Sam, Ham ve 
Yafes'ten türediği için Hz. Nuh'a ikinci Adem de denir. Nuh Aleyhisselam'ın 1000 
yaşında vefat ettiği söyleniyor, ama Kur'an-i Kerim'de: «Andolsun ki biz 
Nuh'u kavmine gönderdik de o 1000 yıldan 50 yıl eksik bir süre yanlarında 
kaldı.(...)» (El-Ankebut, 14) geçiyor.. Hz. Nuh gemicilerin ve marangozların 
piri sayılır, çünkü bu işleri Allah'ın ihsanıyla ilk defa o 
yapmıştır.
Nûh (A.S.)'ın adını taşıyan ve onun kıssasının anlatıldığı 
sûrede bu durum şöyle anlatılır: "Nûh dedi ki: "Rabbim! Doğrusu ben, kavmimi 
gece gündüz çağırdım. Fakat benim çağırmam, sadece benden uzaklıklarını artırdı. 
Doğrusu hem senin onları bağışlaman için kendilerini her çağırışımda 
parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, direndiler, 
büyüklendikçe büyüklendiler. Sonra, doğrusu ben onları açıkça çağırdım. Sonra 
onlara açıktan açığa, gizliden gizliye de söyledim. Dedim ki: "Rabbinizden 
bağışlanma dileyin; doğrusu O, çok bağışlayandır. "Nûh, "Rabbim! Doğrusu bunlar 
bana baş kaldırdılar ve malı, çocuğu Kendisine sadece zarar getiren kimseye 
uydular. Birbirinden büyük hilelere başvurdular" dedi. İnsanlara; "sakın 
tanrılarınızı bırakmayın; Ved, Suva', Yağûs, Yeûk ve Nesr putlarından asla 
vazgeçmeyin" dediler. Böylece bir çoğunu saptırdılar. Rabbim! Sen bu zalimlerin 
sadece şaşkınlığını artır. Nuh dedi ki; "Rabbim! Yeryüzünde hiç bir inkarcı 
bırakma. Doğrusu sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve 
çok inkârcıdan başkasını doğurup yetiştirmezler".
Allah Teâlâ, bu 
kavme helâkı umumi kıldığı gibi, Nûh (A.S.) da bunun umumî olmasını istemişti. 
Çünkü, asırlar süren daveti neticesinde anlamıştı ki; bunlardan kalan nesil, 
yine onlar gibi inkarcılar olacaktı. İbn İshak şöyle demektedir: "Bir sonraki 
asır geldiğinde o nesil, bir öncekinden daha berbat oluyordu. Sonra gelen 
nesiller; "Bu adam babalarımızla, dedelerimizle birlikte yaşamıştı ve onun hiç 
bir sözünü kabul etmemişlerdi. Bu deliden başka biri değildir" 
diyorlardı".
Yeryüzünde ilk defa fesat çıkararak, zâlimlerden olan 
bir toplumu cezalandırmak için Allah Teâlâ'nın takdir etmiş olduğu vakit 
yaklaşmakta idi. Allah Teâlâ, Nûh (A.S.)'a Tufanın gelişini haber veren alâmet 
olarak, tandır (tennûr)'dan suların kaynamasını göstermişti.
Tandırdan su 
kaynamaya başlayınca Allah Teâlâ, ona her cins canlıdan birer çifti ve kendisine 
inananları gemiye bindirmesini vahyetti: Emrimiz gelip, tandırdan sular 
kaynamağa başlayınca; her cinsten birer çifti ve aleyhine hüküm verilmemiş 
olanın dışında kalan çoluk çocuğunu ve inananları gemiye bindir" dedik. Pek az 
kimse onunla beraber inanmıştı.
Onunla beraber olanların sayısı hakkında 
yedi kişi ile seksen kişi arasında değişen rivayetler vardır.
Nûh (A.S.) 
ile, ailesinden Ham, Sam, Yâfes adlarındaki üç oğlu da gemiye binmişti. Ancak 
dördüncü oğlu Kenan (Yam), ona iman etmediği için gemiye binmemişti. Sular her 
yeri kaplamaya ve gemi yüzmeye başlayınca Nûh (A.S.) oğluna; "Ey oğulcuğum! 
Bizimle beraber gel; kâfirlerle birlik olma" diye seslendi. Oğlu; "Dağa 
sığınırım, beni sudan kurtarır" deyince, Nûh; "Bugün Allah'ın 
buyruğundan, O'nun acıdıkları dışında kurtularak yoktur" dedi. Aralarına 
dalga girdi. Oğlu da boğulanlara karıştı.
Nûh (A.S.), muhtemelen, oğlunun 
küfredenlerden olduğunu bilmediği için, Allah Teâlâ'ya; "Rabbim! oğlum benim 
ailemdendi. Doğrusu senin va'din haktır. Sen hükmedenlerin en iyi 
hükmedenisin" diye seslenerek, oğlunun başına gelenlerin hikmetini öğrenmek 
istemişti. Allah Teâlâ, bir peygamber dahi olsa, kan bağının hiçbir şey ifade 
etmediğini, insanların birbirinden olmalarının yegane ölçüsünün akide olduğunu; 
"Ey Nûh! O senin ailenden değildir. Çünkü o, çok kötü bir iş işlemiştir. 
Öyleyse bilmediğin şeyi benden isteme" ayetiyle Nûh (A.S.)'a bildirerek, 
ortaya koymuştur. .
Tufan, yeryüzünde, gemidekilerin dışında hiç kimsenin 
sağ kalmasının mümkün olmadığı bir şekilde bütün dünyayı sular altında 
bırakmıştı. Gök, kapılarını açarak sularını boşaltmış; Yer, her tarafından sular 
fışkırtmaya başlamıştı: "Biz de bunun üzerine gök kapılarını boşanan sularla 
açtık. Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık. Her iki su, takdir edilen bir ölçüye 
göre birleşti".
Allah'a isyanda direten ve O'nun elçisine olmadık 
eziyetleri reva gören ve asırlar boyu, gidişatında hiçbir değişiklik yapmayan 
zâlim bir topluluk, sonraki nesillere, inkârcı zalimlerin sonunun ne olduğunu 
anlamaları için, bu şekilde, tufan ile helak edilmişti.
Allah Teâlâ, 
inkârcı zalimler helâk olduktan sonra, Tufanı sona erdirmiş ve inananların 
bulunduğu gemiyi selametle Cudi dağı üzerine durdurtmuştu; "Yere; "Suyunu 
çek!"göğe; "Ey gök sen de tut!" denildi. Su çekildi, iş de bitti. Gemi Cudi'ye 
oturdu. "Haksızlık yapan millet Allah'ın rahmetinden uzak olsun" 
denildi".
Taberî'nin Resulullah (S.A.V.)'e dayandırılan bir 
rivayetine göre Tufan, 6 ay sürmüştür. Recebin ilk günlerinde başlayan Tufan, 
Muharremin onuncu gününde son bulmuş ve gemi Cudi dağının üzerine oturmuştu. Nûh 
(A.S.), şükür için, herkese oruç tutmasını emretmişti.[18] Bu gün, Aşûre günü 
olarak o zamandan günümüze dek hatırasını sürdürmüştür..
Gemi, su 
üzerinde kaldığı altı ay boyunca dünyanın her tarafını dolaşmıştı. Allah Teâlâ, 
Tufan esnasında Âdem (A.S.) tarafından inşa edilen Mekke'deki Beytullah'ı 
yeryüzünden kaldırmıştı.
İnkar edip yeryüzünde fesat çıkaran topluluk yok 
edilip sular çekildikten sonra, Allah Teâlâ peygamberine artık emniyet 
içerisinde gemiden inebileceğini bildirmişti: "Ey Nûh! Sana ve seninle 
beraber olan topluluklara bizden bir selamet ve bereketle gemiden 
in".
Nûh (A.S.), gemiden indikten sonra, Semânîn diye isimlendirilen 
bir yerleşim yeri inşa etmişti. Bu yer ve Cûdî dağı; Ceziretu İbn Ömer 
(Cizre)'in yakınında bulunmaktadır.
Diğer bir rivayete göre de Nûh (A.S.) 
gemide 150 gün kalmış, Allah Teâlâ, gemiyi Mekke'ye yöneltmiş; gemi kırk gün 
Beytullah etrafında dönmüş ve sonra da Cudi'ye yönelterek orada durdurmuştu. 
Geminin kalıntıları muhtemelen bu dağın üzerinde hâlâ bulunuyor olmalıdır. Allah 
Teâlâ Kur'an-ı Kerîm'de, insanlara ibret olsun diye onu, bulunduğu yerde 
bıraktığını zikretmektedir: "And olsun ki Biz, o gemiyi bir ibret olarak 
bıraktık; öğüt alan yok mudur".
Nûh (A.S.) ile birlikte Tufandan 
kurtulanlardan, Nûh (A.S.) ve oğulları dışında kalanlar, yok olup gitmişler ve 
sonraki nesiller Sam, Ham ve Yafes'ten türemişlerdir. Allah Teâlâ şöyle 
buyurmaktadır: "Ancak onun soyunu sürekli kıldık". Resulullah (S.A.V.) bu 
ayeti okuduğu zaman, sürekli kılınanlardan kastın, Ham, Sam ve Yafes olduğunu 
söylemiştir.
Tarihçiler; Sam'ı, Arapların ve Fars'ların atası; Ham'ı, 
Zenciler ve Habeşlilerin atası ve Yafes'i de Türkler, uzak doğu milletleri, 
Berberîler, Çinliler ve Mâverâünnehir kavimlerinin atası olarak kabul 
etmektedirler.
Nûh (A.S.)'ın tufana kadar 955 yıl yaşadığı kesindir: 
"Şüphesiz ki biz Nuhu kavmine Peygamber olarak gönderdik. Aralarında elli yıl 
hariç bin yıl kaldı". Ancak, Tufandan sonra ne kadar yaşadığı hakkında bir 
bilgi yoktur. İbn Abbas (R.A.)'ın görüşüne göre, Nûh (A.S.), 1780 sene 
yaşamıştır ve öldüğünde de Mescid-i Haram'a yakın bir yere 
defnedilmiştir.
Nûh (A.S.), Ulûl-Azm peygamberlerin ilkidir. Allah Teâlâ 
onu, "çok şükreden kul (abden şekûra)" olarak isimlendirmiş ve kıyamete 
kadar gelen nesiller, anıp selam getirsinler diye onun ismini herkesçe bilinir 
kılmıştır: "Sonra gelenler içinde "Alemlerde, Nûh'a selam olsun diye ona iyi 
bir ün bıraktık. Doğrusu o, bizim inanmış kullarımızdandı".
Ve o, 
sonraki peygamberler için, takip edilmesi gereken bir önder kılınmıştır: 
"İbrahim de şüphesiz, onun yolunda olanlardandı".
Allah Teâlâ, 
Peygamberimize, kendisine yapılan itiraz ve işkencelere karşı, Nûh (A.S.) ve 
onun yolunda olan diğer ulul-Azm peygamberler gibi sabretmesini emretmektedir. 
Yani o, Resulullah (S.A.V.)'e bir örnek olarak gösterilmektedir: "Resullerden 
azim ve sebat sahibi (ulul-emr) olanların sabrettiği gibi sen de 
sabret".
Nûh (A.S.), Peygamber (S.A.V.)'e ve inanan tebliğcilere bir 
numune olarak gösterildiği gibi; onun inkârcı kavminin helakı da, Müslümanlara 
zulmetmeyi gelenek haline getiren sapık topluluklara bir örnek olarak 
sunulmuştadır.
Hz. Nuh'un Gemisi 
Nuh Aleyhisselam, Hz. 
İdris'ten sonra yer yüzündeki insanlara, kendilerini irşad etmek üzere Allah-u 
Teâlâ'nın gönderdiği büyük bir peygamberdir. Hz. Nuh'a ait haberler Kur'ân-ı 
Kerîm'in yirmi sekiz yerinde zikredilmiştir ki, bunlardan birisi müstakil bir 
sûredir.
Allah-u Teâlâ, bir hakikat olarak Nuh Aleyhisselâm'ı kavmine bir 
Peygamber olarak gönderdiği vakit o, kavmine:
— Ey kavmim! Allah'a 
ibadet edin!. O Allah ki, sizin için O'ndan başka kendisine ibadet edecek, 
kullukta bulunacak hiç bir ilâh yoktur. Emin olunuz ki, Allah'ı tanımadığınız 
takdirde üzerinize büyük bir günün azabının gelmesinden korkuyorum, 
dedi.
Allah'ın Resulünün bu dâvetine karşılık, kavmin ileri gelenlerinden 
bir güruh:
— Ey Nuh, her halde biz, seni çok açık bir sapıklık içinde 
görüyoruz, dediler.
Hz. Nuh da kendilerine:
— Ey kavmim! 
Bende bir sapıldık yoktur. Ancak ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir 
peygamberim. Size Rabbimin haberlerini, emirlerini tebliğ ediyorum. Size öğüt 
veririm ve sizin bilmediğiniz şeyleri Allah'tan ilham olunduğu gibi 
bildiriyorum.
— Ey kavmim! Beni niçin yalanlarsınız? Yoksa 
içinizden sizi korkunç bir âkıbetten korumak, sizin de korunup rahmete erişmeniz 
için Rabbiniz tarafından bir kimseye vahiy, peygamberlik gelmesine şaşar ve 
inanmaz mısınız?.
Bu sözleri üzerine Nuh Aleyhisselâm'ı yine 
yalanlamaya devam ettiler ve dediler ki:
— Ey Nuh! Biz seni, ancak 
bizim gibi bir beşer görüyoruz. Sana uyanları da ilk bakışta en rezillerimiz 
olan kimselerden ibaret görüyoruz. Sizin bize fazla bir meziyet ve üstünlüğünüzü 
de görmüyoruz. Belki biz sizi yalancı sayıyoruz.
Nuh Aleyhisselam 
irşadına devam ederek:
— Ey kavmim! Açıkça söyleyin, eğer ben Rabbim 
tarafından verilmiş bir delili hâiz isem ve bana, Rabbim kendisinden bir rahmet 
vermişti, size onu görecek göz vermeyip kör olarak bırakmış ise, biz size onu 
görmek istemediğiniz halde zorla kabul mü ettireceğiz zannediyorsunuz? Hem ey 
kavmim, ben bu irşadıma karşılık sizden bir mal da istemiyorum. Benim ücretim 
ancak Allah-u Teâlâ'ya aittir. Ve ben, o iman edenleri kovucu da değilim. 
Elbette onlar Rablerine kavuşacaklar. Fakat sizi de ben, cahillik eden bir 
topluluk olarak görüyorum. Hem ey kavmim, ben bunları kovarsam, bana kim yardım 
edip Allah'tan beni kurtarabilir? Bunu bir defa düşünmez misiniz?. Ben size, ne 
Allah'ın hazineleri yanımdadır, ne de gaybî bilirim demiyorum. Ben muhakkak 
meleğim de diyemem. Yine ben, gözlerinizin hor gördüğü o kimseler hakkında 
«Allah onlara hiç bir hayır vermez» de diyemem. Zira onların vicdanlarındaki 
îmanı en iyi bilen Allah-u Teâlâ'dır. Böyle halde bulunmuş olsam ben, şüphesiz 
haddini aşanlardan olurum!, dedi.
Buna karşılık Nuh Aleyhisselâm'ın 
kavmi:
— Ey Nuh! Sen bize karşı hakikaten husûmette bulundun. Bize 
husûmetini fazlalaştırdın. Eğer sözünde doğru isen, bizi tehdit ededurduğun 
azabı hemen bize getir, dediler.
Hz. Nuh:
— Onu size, ben 
değil, dilerse Allah-u Teâlâ getirecektir. Siz onu âciz bırakacak değilsiniz. 
Ben size ne kadar öğüt vermek istedimse de, Allah-u Teâlâ sizi helak etmeyi 
murad etmişse benim nasihatim size hiç fayda vermez, iyi biliniz ki, Allah 
Rabbinizdir, en sonunda çaresiz ona döneceksiniz!, 
dedi.
Kâfirler:
— Ey Nuh! Yoksa o azabı sen mi uydurdun? 
diyorlardı. Hz. Nuh da:
— Eğer ben uydurdumsa günahı bana aittir. 
Halbuki ben, sizin yüklemek istediğiniz suçtan her halde uzak bulunuyorum, 
dedi.
Bunun üzerine Nuh Aleyhisselâm'a Hz. Allah tarafından vahyolundu 
ki:
—- Kavminden şimdiye kadar îman edenlerden başka hiç birisi îman 
etmeyecektir. Binaenaleyh işlemekte oldukları fenalıklardan dolayı sen 
endişelenme de, bizim nezaretimiz altında ve vahyettiğimiz talimat dairesinde 
gemi yap!. O zulmedenler hakkında şefaatçi de olma! Çünkü o zalimler muhakkak 
batırılacaklardır.
Bu ilâhî emir üzerine Nuh Aleyhisselam gemiyi 
yapmaya başlamıştı. O bu işle meşgul olurken kavminden her hangi bir imansızlar 
güruhu yanından geçtikçe, kendisiyle alay ederler, «Hani peygamberim 
diyordun, işi marangozluğa bozdun» diye eğlenirlerdi. Hz. Nuh da 
kendilerine:
— Siz benimle eğleniyorsunuz; sizin şimdi eğlendiğiniz 
gibi biz de ilerde sizinle eğleneceğiz!. Kime perişan eden bir azap gelecek ve 
daimî bir azap kimin başına inecektir, ilerde, görürsünüz! diye cevap 
verirdi. Nihayet Allah-u Teâlâ'nın emri geldi ve gemi hareket edip yer yüzünden 
su kaynayıp fışkırmaya başladığı zaman Allah-u Teâlâ Nuh 
Aleyhisselâm'a:
— Şimdi geminin içine her çift erkek ve dişiden iki 
tane, bir de aleyhinde hüküm geçmiş bulunan oğlundan başka aileni ve îman 
edenleri yükle! buyurdu. Bununla beraber Hz. Nuh'a insanların pek azından 
başka kısmı îman etmemişti. O zaman Nuh Aleyhisselam gemiye binecek 
olanlara:
— Haydi mecrasında da, mersâsında da, Allah'ın ismini anarak 
gemiye bininiz! Rabbim muhakkak Gafûr'dur, Rahîm'dir, dedi. Artık gemi, 
içindekilerle beraber dağlar gibi dalgalar içinde akıp gidiyordu. O sırada Hz. 
Nuh, ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna da:
— Ey oğulcağızım, gel 
benimle bin! Kâfirlerle beraber olma! diye seslendi. Oğlu:
— Beni 
sudan koruyacak bir dağa sığınacağım! diye cevap verdi. Hz. Nuh:
— 
Bugün Allah'ın emrinden koruyacak bir şey, rahmetinden başka yoktur! dedi 
ve derhal âsî oğul dalga aralarına giriverdi. Böylece o da boğulanlardan oldu. 
Tufan tamam olunca Allah-u Teâlâ tarafından:
— (Yere:) Ey arz suyunu 
yut!, (Göğe de: ) Ey semâ suyunu kes! emri verildi. Ve su çekildi, emir de 
yerine getirildi. Gemi de Cûdî dağı üzerine oturdu. O zalim kavme de 
«uzaklaşın!» denildi. Nuh Aleyhisselam Rabbine nida ederek:
— Ey 
Rabbim! Oğlum tabiî benim âilemdendir. Hiç şüphesiz Senin va'din de haktır. Ve 
sen hâkimlerin üzerinde isabetle hükmedersin! dedi. Allah-u Teâlâ:
— 
Ey Nuh! Kâfir oğlun senin ehlinden değildir. O, salih olmayan kötü iş 
sahibidir. Binaenaleyh hakikatine ilmin erişmediği şeyi benden isteme!. Ben seni 
câhillerden olmaktan men ederim! buyurdu. Nuh Aleyhisselam:
— 
Rabbim! Hakikatini bilmediğim şeyi istemekten sana sığınırım!. Allah'ım! 
Yoksa sen beni mağfiret etmez ve bana merhamet etmezsen, ben dalâlete 
düşenlerden olurum! diye niyazda bulundu. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ 
tarafından:
— Ey Nuh, bizden sana ve mâiyetindekilerden üreyecek bir 
çok Ümmetlere selâm ve bir çok bereket ile gemiden in!.. Bir çok ümmetleri de 
ilerde dünyâ malıyla faydalandıracağız da sonra küfürleri sebebiyle onlara 
tarafımızdan elem verici bir azap dokunacaktır! buyuruldu. Kırk yaşında 
Allah Elçiliği vazifesini yüklenen Nuh Aleyhisselam, kavmi içerisinde bu 
mukaddes vazifesini tufan hadisesine kadar tam dokuz yüz elli sene devam 
ettirdi. 
Mûcizeleri
Nuh Aleyhisselâm'ın kavminden bir 
fırka gelip, oturdukları beldedeki büyük taşları toprak yapmasını istemişlerdi. 
Allah-u Teâlâ Cebrâil Aleyhisselâm'ı gönderip, ''Resûlüme söyle, o taşlara 
eliyle işâret etsin.'' buyurdu. Nuh Aleyhisselam da buyrulduğu gibi yapıp 
eliyle işâret edince, o beldede bulunan bütün taşlar birden toprak oldular. 
Bunun üzerine on iki kişi imân etti.
 
- Uzakta bulunan ve gözle görülemeyecek şeyleri görüp haber verirdi. 
 
- Susuz yerlerden su çıkarırdı. 
 
- İşâretiyle ağaçlar kökünden sökülüp başka yere geçerdi. 
 
- Duâsıyla kuru ağaçlar hemen meyve verirdi. 
 
- Duâsıyla bulutsuz olarak yağmur yağardı. 
 
- Kum, toprak, kil gibi şeyler, onun duâsıyla yiyecek maddeleri hâline 
 gelirdi. Gemisi Cudi Dağının üzerine oturunca, insanlar açlıktan kurtulmak için
 yiyecek isteklerinde duâ edince bir miktar toprak ve kum yitecek hâline geldi ve
 bunu yediler.
 
- İmân ederek gemisine girip tufandan kurtulan insanlar çok az olmasına 
 rağmen, onun duâsıyla çok kısa zamanda çoğalarak arttılar.
 
- Eliyle yere diktiği bir ağaç fidanı o anda çeşitli renklerde meyve verdi. 
 
Hz. Nuh'un Oğlu, Niçin İman Etmedi?
Cenab-ı Hak insana 
hidayet ve dalalet olmak üzere iki yol göstermiştir. İnsanlar bizzat kendi 
iradelerini kullanarak imana talip olmadıkça, Cenab-ı Hak kimsenin kalbine imanı 
zorla koymaz. Allah'ın insana imanı nasip etmesi, yine insanın bu hususta 
göstereceği gayrete bağlıdır. Nitekim İmam-ı Sadeddin Teftazani, imanı, 
“Kulun irade-i cüz'iyesini (cüz'i iradesini) sarf ettikten sonra, onun 
kalbine Cenab-ı Hak tarafından ilka edilen (konulan) bir nurdur” diye tarif 
ederek bu hakikate işaret etmiştir.
İman gibi, küfür de böyledir. Kul 
kendi iradesini kullanarak küfür ve dalalet yolunda gider, hal ve hareketleriyle 
bunu açıkça gösterirse, Cenab-ı Hak ona iman nurunu nasip etmez, gitmekte olduğu 
küfür yolunda bırakır.
İşte Hz. Nuh'un hanımının ve oğlunun; Hz. Lut'un 
hanımının, Peygamber Efendimizin amcası Ebû Talib'in iman etmeyişlerinin 
sebeplerini bu bilgiler ışığında değerlendirmek gerekir. Bunlar bir peygamber 
hanımı, peygamber oğlu, peygamber amcası olmakla birlikte, kendi iradelerini 
yerinde kullanamamışlardır. İnatlarında ısrar ederek peygamberlerin davetlerine 
kulak tıkamışlardır. Böylece de iman nimetinden mahrum 
kalmışlardır.
Demek ki, bir insanın gerçek kurtuluşa ve saadete 
erebilmesi, bizzat kendi iradesini iyiye kullanarak hidayet yolunu tercih 
etmesine bağlıdır. Aksi takdirde peygamber oğlu olsa dahi bunun kendisine hiçbir 
faydası olamaz.
Diğer taraftan, Hz. Nuh (A.S.) kendi vazifesinin sadece 
tebliğ etmek olduğunu biliyordu. Netice ise Allah'a aitti. Bunun için gerek 
babalık, gerekse peygamberlik şefkatiyle son ana kadar oğlu Kenan'ı imana ve 
Hakka davet etmekten geri durmadı. Belki imana gelir düşüncesiyle son anda ona 
şöyle seslendi:
“Ey oğulcağızım! Gel bizimle gemiye bin ve imana gel. 
Kafirlerle beraber olma! İşte görüyorsun sular yükselmeye başladı.” Fakat 
bütün telkinlere rağmen, Kenan inadında ısrar etti. Babasını dinlemedi. Kendi 
gücüyle kurtulacağını sanıyordu. Şöyle dedi: “Hayır, binmem! Senin gemine 
bineceğime bir dağa iltica ederim. O dağ beni boğulmaktan kurtarır” 
dedi.
Hz. Nuh, oğlunun kafir olarak ölmesine razı olamıyordu. Oğluna 
son sözleri şu oldu: “Oğlum! Bugün iman ve itaatleriyle Allah'ın rahmet ve 
merhametine mazhar olanlardan başkası için kurtuluş yoktur. İnat etmenin manası 
yok. Bak, işte sular etrafımızı sardı bile.” 
Hz. Nuh, daha sözlerini 
bitirmeden oğlu ile kendisinin arasına büyükçe bir dalga girdi ve Kenan'ı alıp 
götürdü. Böylece nefis ve şeytana uyarak, inat ve inançsızlığının cezasını peşin 
olarak bu dünyada da görmüş oldu.
Nuh suresi 
Nuh sûresi, 
Mekke'de nazil olup 28 ayettir. Hatt-i Osman'a göre 71. suredir. Nuh 
Aleyhisselam'ın kavmine gönderilişini ve Nuh tufanını anlattığı için sureye bu 
ad verilmiştir. Peygamberimiz (S.A.V.) de Hz. Nuh hakkında: «Nuh 
(Aleyhisselam) 'Bismillah' ve 'Elhamdülillah' demeden büyük olsun, küçük olsun 
herhangi bir is yapmazdı. Bu sebeple Allah-u Teala onu 'Çok şükredici bir kul' 
olarak isimlendirdi» (Taberani; Ibn-i Cebir) buyurdu. Bediüzzaman Said Nursi 
de Nuh tufanı hakkında şunları yazmıştır: «Padişah-i bimisal, kavm-i Nuh'un 
mahvi için semavat ve arza emir vermiş. Vazifelerini yaptıktan sonra ferman 
ediyor: "Ey arz! Suyunu yut. Ey sema! Dur, isin bitti. Su çekildi. Dağın başında 
me'mur-u İlahinin çadır vazifesini gören gemisi kuruldu. Zalimler cezalarını 
buldular." Ista su üslubun ulviyetine bak. " Zemin ve gök iki muti' asker gibi 
emir dinler, itaat ederler " diyor. Ista su üslup işaret eder ki, insanin 
isyanından kainat kızıyor. Semâvat ve arz hiddete geliyorlar. Ve su işaretle der 
ki: "Yer ve gök iki muti asker gibi emirlerine bakar bir Zâta isyan edilmez, 
edilmemeli..."» 
Hz. Nuh'un Evlatlarına Vasiyeti 
«Bunlardan (ilk) ikisini bırakmayınız, ikisini de hazer ediniz 
(yapmayınız)
 
- La ilahe illallah 
 
- Sübhanallah vebi hamdihiy'dir 
 
- Gavurluktan (sakinin) 
 
- Kibir ('den sizi nehyederim)»
