Hz. Şuayb`ın Hayatı

Hz. Şuayb (Arapça: شعيب, İbranice: יִתְרוֹ Yitro), [1] Medyen ve Eyke ahâlisine
gönderilen bir peygamberdir. Hz. İbrâhim'in veya Hz. Sâlih'in neslindendir.
Soyunun anne tarafından Hz. Lut'un kızına ulaştığı ve Hz. Eyyûb'la teyze
oğulları oldukları rivâyet edilmiştir.[2] Hz. Şuayb'ın soyu, Şuayb b. Mîkâil
[3], b. Yeşcür [4], b. Medyen, b. İbrahim şeklindedir.[5][6]
İttifak edilen
görüş, Hz. İbrahim'in soyundan geldiği olsa da, babasının ismi hakkında tam bir
ittifak yoktur. O zat hakkında Mikail, Mikyil, Ayfa, Cizî, Becheb gibi
isimlerden bahsedilmiştir.[7][8]
Mikail ismi, farklı farklı kaynaklarda hem
Hz. Şuayb, hem babası hem de annesinin ismi olarak geçmektedir. (Akhenaton
notu)
Hz. Şuayb'ın Tevrât'ta ismi Mikâil olarak bildirilmiştir.[2] Kimi
kaynaklarda Mikail, Hz. Şuayb'ın Hz. Lut'un kızlarından biri olan annesinin [9]
ve kimi zaman da babasının adı olarak geçer.[7] Yine farklı bir görüş olarak;
Hz. Şuayb'ın annesi, Hz. Lut'un kızıydı diyenler olduğu gibi, Hz. Şuayb'ın Hz.
Lut'un kızıyla evlendiğini nakledenler de olmuştur.[7][8]
Kimi kaynaklara
göre Hz. Şuayb, aynı zamanda da Hz. Mûsâ'nın kayınpederiydi.[2] Kızı Safura'yı
Hz. Musa ile evlendirmişti.[10] İbn-i Kesir; Hasan Basri ve Malik b. Enes'den
nakledilen bir rivayeti delil getirerek diyor ki: "Şuayb, kavmi helâk
olduktan sonra uzun bir süre yaşamış ve aynı zamanda Musa (a.s)'a, kızını
nikâhlamıştır."
[11] Fakat çoğunluğun görüşü, Hz Musa'nın Medyen'de
görüştüğü ve kayınpederi olan bu Şuayb isimli zatın, peygamber olan Hz.
Şuayb'dan farklı biri olduğudur. Çünkü Hz. Şuayb, Hz. Lut'un kızlarından biriyle
evlendiği ya da annesinin Hz. Lut'un kızlarından biri olduğunu da göz önüne
alarak, Hz. Lut ile Hz. Musa arasında asırlarca süren bir zaman farkı
vardır.[8]
Kişiliği

Hz. Şuayb, kavmi ve kabilesi arasında
tertemiz bir ahlak ile tanınmıştı. Son derece sabırlı, olaylar karşısında
heyecana kapılmayan, aklın ve tecrübenin verdiği ölçüler doğrultusunda hareket
eden halim bir insandı. Hakkı batıldan, iyiyi kötüden ayırma konusunda
kabilesinin de can-u gönülden takdîr ettiği bir şahsiyetin sahibiydi. Öyle ki
onun karşısında hasım ve düşmanlıklarını açıkça ilan ettikleri zaman bile, onun
halim ve reşid bir şahsiyet olduğunu itiraf etmekten kendini
alamamışlardı.[8]
Hz. Şuayb, Arapça konuşurdu.[12] Büyük bir hatipti.[13]
Fesahat ve belagat sahibi idi.[12] İnsanları güzel söz ve nasihatlerle
aydınlatmaya çalıştı.[13] Kavmine güzel söz söylemesi, tatlı ve tesirli hitap
etmesi sebebiyle kendisine "Hatîb-ül-Enbiyâ" (Peygamberlerin hatîbi)
denildi.[14][13][2]
Yüce Allah'tan Şuayb (a.s)'a kitap veya sahife
gönderilmedi.[15] O, Âdem, Şit, İdris, Nuh ve İbrahim'e indirilen sahifeleri
okudu [16][15] ve onlarla tebliğde bulundu.[15] İnsanlara Hz. İbrâhim'e
bildirilen dînin emir ve yasaklarını tebliğ etti.

Arabistan Yarımadasının
kuzeybatısında Hicâz'la Filistin arasında Kızıldeniz sâhilinde yer alan Akabe
Körfezinden Humus Vâdisine kadar uzanan Medyen bölgesinde doğup büyüyen Hz.
Şuayb, o kavmin asîl bir âilesine mensuptu. Gençliği, dedelerinden Medyen adlı
bir şahsın etrâfında toplandıkları için bu adla anılan Medyen halkı arasında
geçen Hz. Şuayb, azgın ve sapık kavmin kötülüklerinden uzak yaşar, babasından
kalan koyunlarıyla meşgul olur ve çok namaz kılardı.[2]
Hz. Şuayb'ın bir
başka husûsiyeti de çok gözyaşı döken bir peygamber olmasıdır. Yaşlılığı
esnâsında gözleri iyice zayıflamış, vücûdu da kuvvetten kesilmişti. Birkaç defa
gözlerini kaybedesiye ağladı. Cenâb-ı Hak, yine gözlerini iâde
edip:

“Ey Şuayb! Bu ağlama nedir? Cennet iştiyâkından mı, cehennem
korkusundan mı?”
diye vahyile suâl ettiğinde “Yâ Rabbî! Sen bilirsin ki,
ağlayışım ne cennet iştiyâkından, ne de cehennem korkusundandır. Muhabbetin
kalbime yerleşmiştir. Bir de endişem vardır: «Cemâlini müşâhede edebilmek!..»
Eğer Sana nazar edebileceksem, hiçbir şeye gam yemem…”
dedi. Cenâb-ı Hak
vahyedip: “Sözünde sâdık olduğuna göre cemâlimi seyretmek Sana mübârek olsun
ey Şuayb! Bu sebeple kelîmim Mûsâ bin İmrân’ı da Sana hâdim olarak
veriyorum!”
buyurdu.
Hz. Şuayb, merhametinin şiddetinden dolayı,
insanları içinde bulundukları acınacak hâlden kurtarmak için ömrü boyunca
kendisini yıpratırcasına bir gayret göstermiş, bu uğurda bütün gücünü sarf
etmiştir.[17]
Hz. Şuayb; orta boylu, buğday benizli idi. Son zamanlarında,
gözleri, görmez olmuştu.[18] Âmâ idi. [19]
Kurân-ı Kerîm'de A'râf, Şuarâ, Hûd
ve Ankebût sûrelerinde Hz. Şuayb, Medyen ve Eyke kavimleri hakkında âyet-i
kerîmeler mevcuttur.[2]
Hayatı

Allah gönderdiği elçiler
vesilesiyle insanlara sonsuz kudretini, makamının yüceliğini ve üstünlüğünü,
Kendisi'ne karşı gelenler için hazırladığı azabın şiddetini ve büyüklüğünü
detaylı olarak bildirmiştir. Elçilerin bu tebliğinden sonra insanların yapması
gereken, bu gerçekleri samimi olarak derin bir şekilde tefekkür etmek, niyetinde
ve yaptığı işlerde hep bu gerçeklerin bilincinde bir tavır
göstermektir.

Geçmişte yaşamış ve helak edilmiş olan tüm kavimler
incelendiğinde, bunların kendilerine yapılan tebliğe rağmen Allah’tan korkmayan,
çirkin sapıklıklar yapan, başkalarının haklarına tecavüz eden, utanma
duygularını kaybetmiş, yalnızca kendi menfaatlerini ve dünyevi çıkarlarını
düşünen insanlar oldukları görülmektedir.

Bu şekilde helake uğrayan
kavimlerden bir tanesi de Medyen kavmidir. Bu kavmin de en önemli
özelliklerinden biri, pek çok farklı yöntem kullanarak ticarette hile
yapmalarıdır. Hz. Şuayb’ın kavmini bu konuda uyardığı ve bunu terk etmemeleri
durumunda helak ile karşılacaklarını hatırlattığı Kuran’da detaylı olarak yer
almaktadır.[20][21]
Medyen ve Ashab-ül Eyke(Eyke Halkı'na), Kuran'da adı
geçen Hz. Şuayb, elçi olarak gönderildi. Şuayb, bu iki kavmin her birine, ayrı
ayrı "tebliğ"de bulundu. Bu iki toplulukla yaptığı "tebliğ
mücadelesi"
, Kuran'da çeşitli ayetlerde geçmektedir.[11]
Medyen ve
Eyke Halkı


Medyen, Kurân-ı Kerim'de Hz. Şuayb (a.s)'in kavmini
tevhide davet ettiği yer olarak adı geçen şehirdir.[22]
Medyen ve Eyke,
dağlık ve ormanlık olan iki ülkeydi. Medyen toprakları, Hicaz'ın kuzey
batısında, oradan Kızıldeniz'in doğu sahiline, Güney Filistin'e, Akabe
Körfezi'ne ve Sina Yarımadası'nın bir bölümüne kadar uzanan bölgelerde yer
alır.[23][24] Medyen'in büyüklüğü ve zenginliğinin sebebi kervanların buradan
geçmesi idi. Öyle ki, Hindistan'dan gelip Mısır, Cezayir veya Tunus'a gidenler
bu yolu kullanıyorlardı. Medyen'e yakın Kızıldeniz sahilinde başka bir şehir
daha vardı. Buraya da Eyke adı verilmişti.[25]
Medyen, Kulzum denizinin üst
tarafında, Tebük şehrinin hizasında, Tebük'e, altı Merhale kadar uzaklıkta,
Tebük'ten daha büyük bir şehirdir.[50] Medyen ile Tebük, birbirine komşudur.[26]
Mûsâ Aleyhisselâmın, Mısır'dan kaçtığı zaman, Şuayb Aleyhisselâmın davarlarını
suladığı kuyu üzerine, bir bina yapılmış olarak hâlâ, Medyen'de
bulunmaktadır.[27]
Coğrafyacılara göre Medyen şehri, Tebük'ten altı günlük
mesafede bir sahil şehridir. Medyen, Ayla'dan Medine'ye giden hacıların takip
ettikleri yol üzerinde, ikinci konak yeriydi. Mekke'ye bağlı mevkiler arasında
yer alıyordu. IX. asırda, Ya'kübi; Medyen'in, akar ve memba suları, bahçeleri ve
hurmalıkları bol bir bölgede bulunduğunu ifade etmektedir. İstahri; Medyen'in,
Tebük'ten daha büyük olduğunu söylemektedir.
Aynı zamanda, o çağda bir evin
altında gizli bulunan bir kaynaktan bahsetmektedir. Daha sonra bu şehir, yavaş
yavaş rağbetten düşmüştür. XII. asırda İdrisi bu şehirden, gelir kaynakları
olmayan bir ticaret şehri olarak bahseder. Abu'l- Fida'ya göre de, XIV. asırda,
harabe halinde bulunmaktaydı. Bu şehir, son devirlerde, Rüppell, Burton ve Musil
tarafından, yeniden ziyaret edilmiştir.
Arapların mezar çukurlarına atfen
"Mağairi Şu'ayb" dedikleri büyük harabeler vardır. Sahildeki Makna'dan
tahminen 28 km mesafede, 28° 28' kuzeyde, akarsuları ve hurmalıkları ile meşhur
al-Bad Vadisi'nin güney kısmında bulunmaktadır. Burton'a göre, 29° 28' ve 27°
40' kuzey dereceleri arasında bulunan bütün ülkeye, Arz-ı Medyen
denilmektedir.[11]

Medyen, İbranice'de, "çekişme" ve
"yargı" gibi anlamlara gelmektedir. Kelimenin semitik yapısı;
"yargılama yeri" anlamında bir kökten, gelmektedir. Aynı zamanda Medyen,
Hz. İbrahim'in, Ketura adlı cariyesinden doğan oğlunun adıdır.
İbrahim'in
Ketura'dan çocukları; Zimran, Yokşan, Meden, Medyen, Yişbak, Şuah'dır. Medyen'in
çocukları ise; Eyfa, Efer, Hanok, Abida, Eldaa'dır.[11]
Medyen'e, Medyen b.
İbrahim Aleyhisselâm'dan dolayı, Medyen ismi verilmiştir.[27] Medyen; hem Medyen
b. İbrahim Aleyhisselâm oğullarının, hem de, yurtlarının ismiydi.[28][6] Medyen
daha sonra Kızıldeniz civarında Hazreti Şuayb'ın tesis ettiği kasabaya itlâk
edilmiştir.[29]
Eyke ve Medyen o zamanın en zengin şehirlerindendi. Ama bu
zenginliği hile ve haram ile elde etmişlerdi. Bu şehirlerin insanları şehre
gelen kavimlerden, kervanlardan haksız kazançlar elde ediyorlardı. Şehre girişte
kayaların arasında dar bir geçit vardı. Kervanlar buraya girdiğinde bozguna
uğrar, yağma edilir, ellerindekiler zorla alınırdı. Karşı koyanlar ise
canlarından olurlardı. Gelen, kervanlar sattıkları malların karşılığını
alamıyorlardı. Medyen halkında ahläk kalmamıştı. Dürüst değillerdi. Bu kavgacı
halleri bazen kendi aralarında da görülüyordu.[25]
Eyke, deniz sahili ile
Medyen arasında bulunan [30], sık ağaçlı, meşelik bir yer olup [31] burada
oturan halk'a: "Eshâb-ı Eyke" denilirdi. Eshâb-ı Eyke; Şuayb
Aleyhisselâmın -Medyen halkı gibi- kavmi, değildi.[32]
Gerek Medyen halkı,
gerek Eshab-ı Eyke, kendilerine Peygamber gönderilen iki ayrı kavim idi.[33]
Eshabı-Eyke; Ehl-i Bâdiye = Kır halkı idi.[34][35] Orrmanlık bir bölgede
yerleşmiş olmaları sebebiyle bu isim verilmiştir.(Bknz. Hicr Suresi 78-79)
[8]
Medyen halkı, Yahudi ve Hıristiyanların kutsal kitaplarında
"Mudyâniler" (midianites) diye geçer. Hz. Yusuf'u Gilead'dan Mısır'a
giderken alıp götüren, Midyâni tüccarlardır (Tekvin 37:25-28, 36)[22]
Midianlıların Assur ve Hitit kaynaklarında adı geçen ve Harran yöresinde
yerleşik oldukları anlaşılan Mitanniler olup olmadığı açık
değildir.[1]
Medyen'in Helakı

Kuran'ın Medyen halkı hakkında
anlattıklarının önemini kavramak için, bu insanların, Hz. İbrahim'in 3. hanımı
Katurah (Ketura)'dan olma oğlu Midyan'ın soyundan geldikleri iddialarına dikkat
edilmelidir. Doğrudan doğruya onun neslinden gelmemiş oldukları halde; tümü,
onun soyundan olduklarını iddia etmişlerdir. Çünkü eski bir geleneğe göre, büyük
bir zata bağlı olan herkes, daha sonra yavaş yavaş onun torunları arasında
sayılmaya başlanırdı. Nitekim Hz. İsmail'in (a.s) soyundan gelmemesine rağmen
bütün Araplara "İsmailoğulları" denmiştir. Hz. Yakub (a.s)'in soyu
(israiloğulları) için de durum aynıdır. Aynı şekilde, Hz. İbrahim (a.s)'in
çocuklarından biri olan Midyan'ın etkisi altına giren tüm bölge halkına Bena
Medyen (Medyenogullari) ve onların oturduğu yerlere de, "Medyen bölgesi"
dendi.[36]

Medyenliler, atalarının doğru yolundan ayrılmışlar ve kötü
yollara sapmışlardı. Allah-u teâlâya îmân ve ibâdet etmeyi bırakmışlar, kendi
elleriyle yaptıkları putlara ve heykellere tapıyorlardı. Medyen, ticâret
kervanlarının gelip geçtiği yollar üzerinde olduğundan ticâretle uğraşıyorlardı.
Yaptıkları alış-verişte muhakkak hîle yapıyorlardı. Yiyecek maddelerini alıp
stok yapıyorlar, pahalanınca fâhiş fiyatla satıyorlardı. Ölçü ve tartı için iki
değişik ölçek kullanıyorlar, alırken büyük ölçekle alıyorlar, satarken küçük
ölçekle veriyorlardı. İnsanların yollarını kesiyorlar, onların mallarına zorla
el koyuyorlardı. Yol üstünde durup, bilhassa yabancı ve gariplerin mallarını
çeşitli hîlelere başvurarak ellerinden alıyorlardı. Ayrıca sâhip oldukları pek
çok nîmetin şükrünü yapmayıp, nankörlük ediyorlardı.[2]

Allah-u teâlâ;
onlara, doğru yola dâvet etmek için Hz. Şuayb'ı peygamber olarak gönderdi. Hz.
Şuayb, onlara nasîhatlerde bulunup, Allah-u teâlâya şirk koşmamalarını ve
yalnızca O'na ibâdet etmelerini, alış-verişte, ölçü ve tartıda haksızlık ve hîle
yapmamalarını, yeryüzünde bozgunculuk yapmamalarını söyledi. Kötülüklere devâm
ettikleri takdirde azâba uğrayacaklarını, vazgeçtikleri takdirde mükâfâta
kavuşacaklarını söyledi.[2]
İnsan, Allah’ın haram kıldığı yollardan dünyada
bir zenginlik elde edebilir. Ancak bu şekilde kazanılan para ve mal, sahibine
hiçbir zaman fayda getirmez. Bu kişi kazandıkları ile hiçbir zaman tatmin
olamaz, istediği gibi bir fayda sağlayamaz. Daha da önemlisi, Allah’ın rızasını
gözardı ederek sınırlarını çiğneyen ve bu şekilde haksız kazanç elde eden kişi,
tövbe etmemesi durumunda ahirette de sonsuza kadar cehennem azabı ile karşılık
görebilecektir. Kuran’da, bu gerçeklerin bilincinde olan Hz. Şuayb’ın, hileli
düzenlerle kazanç elde eden kavmini hileden sakınmaları gerektiği konusunda
uyardığı anlatılır.[20][21]
Şuayb (a.s)'in Peygamber olarak Medyen'e
gönderilmesi ve Medyenlilerle mücadelesi, Kuran'da söyle
bildirilir:
«Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik). Dedi ki: "Ey
kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin ondan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden
açık bir delil geldi. Ölçüyü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik
vermeyin, düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Eğer inanan
(insan)lar iseniz böylesi sizin için daha iyidir!... Ve her yolun başına oturup
da tehdit ederek insanları Allah yolundan çevirmeğe ve O (Allah yolu)nu
eğriltmeye çalışmayın. Düşünün siz az idiniz, O sizi çogalttı ve bakın
bozguncuların sonu nasıl oldu!... Eğer içinizden bir kısmı benimle gönderilene
inanmış, bir kısmı da inanmamış ise, Allah aramızda hükmedinceye kadar sabredin.
O, hükmedenlerin en iyisidir.»
(el-A'raf, 7/85,86,87).

Görülüyor ki
Şuayb (A.S.) onları Allah'a kulluk etmeye, insan Haklarına saygılı olmaya, her
türlü bozgunculuktan uzak durmaya ve bu yolda sabırla hareket etmeye davet
ediyordu.[23][24]
Yüce Allah'ın verdiği rızık bolluğu ve geçim rahatlığı,
ancak, onların, Allah'a karşı küfürlerini artırıp azaplarını çabuklaştırmağa
yaradı.[37] Azgınlık ve sapkınlıkta devam ettiler. Şuayb Aleyhisselâmın, onlara,
Allah'ı hatırlatması, kendilerini, Allah'ın azabı ile korkutması, bir fayda
vermedi.[38]
Hz. Şuayb, yalnız halkı değil, Mısır Firavununu bile: "Ey
Firavun! Gök halkı, yer halkı, denizler ve dağlar halkı, kızdığı zaman,
Al­lah'ın da, gazaba geleceğinden korkmaz mısın?"
diyerek uyarmağa
çalışmaktan geri durmadı. [39] O zaman, Peygamberlerin Asaları ve bu cümleden
olarak Hz. Musa'ya vermiş olduğu mucize asa da, Hz. Şuayb'ın yanında
bulunuyordu.[40]
Medyen halkı Şuayb (a.s)'in nasihatlerini dinlemediler ve
kötü hareketlerinde daha ileri gittiler. Onların bu isyan ve sapkınlıkları,
Kuran'da şöyle haber verilir.
«Dediler ki: Ey Şuayb, senin
söylediklerinden çoğunu anlamıyoruz, biz seni içimizde zayıf görüyoruz. Kabilen
olmasaydı, seni mutlaka taslarla(öldürür)dük! Senin bize karşı hiç bir
üstünlüğün yoktur!»
(Hud 11/91).[23][24]
Azgın Medyen kavmi, Hz. Şuayb'ın
sözlerini dinlemeyip, ona karşı çıktılar. Ona inananları tehdit ettiler. Hz.
Şuayb, bütün sıkıntı, eziyet ve horlamalara rağmen, Medyenlileri doğru yola
dâvete devâm etti. İbret olarak isyânları sebebiyle helâk edilen Hz. Nûh'un
gönderildiği kavmin, Hz. Hûd kavminin, Hz. Lût kavminin başına gelen azapları ve
helâk olmalarını anlattı. İnkârdan vazgeçip îmân etmelerini, mağfiret
dilemelerini, aksi hâlde kendilerinin de isyân edip, helâk olan kavimler gibi
azâba düşeceklerini ve helâk olacaklarını açık bir lisanla anlattı. Onun
peygamberliği, Şam'a kadar duyulmuştu. pek çok kimse gelerek Hz. Şuayb'a îmân
etmekle şereflendiler. Fakat Medyenliler, yolda durup Hz. Şuayb'a gelenlere mâni
olmaya çalıştılar. Hz. Şuayb'ı ve ona inananları kendi sapık dinlerine
dönmedikleri takdirde yurtlarından çıkaracaklarını söyleyip, tehdit ettiler. Hz.
Şuayb, azgın Medyen halkının, bütün nasîhatlerine rağmen îmâna gelmelerinden
ümit kesince, onları Allah-u teâlâya havâle etti.

Hz. Şuayb Allah-u
teâlâya; “Yâ Rabbî! Bizimle kavmimiz arasında hak ile hüküm ver. Sen
hükmedicilerin hayırlısısın.”
diye duâ etti.[2]

Hz. Şuayb’ın
Allah’tan gelecek azapla uyarmasına rağmen sapkın yollarını terk etmeyen Medyen
kavmi de, tarih boyunca Allah’ın elçisini ve ayetlerini inkarda direnen tüm
kavimler gibi daha dünyada iken Allah Katından gönderilen azapla karşılık
bulmuştur.[20][21] Azgınlıklarına ve inananlara karşı düşmanlıklarına devâm eden
Medyen halkı üzerine, Allah-u teâlâ azap gönderdi. Cebrâil'in bir sayhası ve bir
zelzeleyle onların hepsini helâk etti. Hepsi yok oldular. Sanki onlar o beldede
yaşamamışlardı.[2]
Ayetlerde Medyen kavminin uğradığı son şöyle haber
verilmiştir:

«Emrimiz geldiği zaman, tarafımızdan bir rahmetle Şuayb’ı
ve O’nunla birlikte iman edenleri kurtardık; o zulmedenleri dayanılmaz bir ses
sarıverdi de kendi yurtlarında dizüstü çökmüş olarak sabahladılar. Sanki orada
hiç refah içinde yaşamamışlar gibi. Haberiniz olsun; Semud’a nasıl bir uzaklık
verildiyse Medyen (halkına da Allah’ın rahmetinden öyle) bir uzaklık
(verildi).»
(Hud Suresi, 94-95) [20][21]
Ayette geçen "recfe"
kelimesi, sarsıntı anlamına gelmektedir. Elmalı tefsirinde denilir ki;
"Semud'un çığlığı üstten, Medyen'in çığlığı alttan gelmiştir." Bundan
anlaşılan, Semud kavminin kuyruklu yıldızla, Medyen'in ise göktaşı sonucu bir
depremle helak olduğudur.[11]
Medyen halkını ve diğerlerini helâk eden
korkunç ses, onları ansızın yakalamıştı. Çekişip duruyorlardı. Sur da gafilleri
öyle yakalayacak ve o zaman peygamberlerin doğru söylediği son bir kere ortaya
çıkacak. O da sadece korkunç bir sesten ibaret olacaktır (Yâsin,
36/48-54).[22]
Medyen kavmi, kâfirlerin kaçınılmaz sonu olan helaka maruz
kaldıktan sonra, Şuayb(a.s)'ın üzüntüsü, Kur'an'da şöyle
bildirilir:

«O da onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: "Ey kavmim,
muhakkak size Rabb'imin mesajını, tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Şimdi ben,
inkâra sapan bir topluluğa nasıl üzülebilirim?»
(Araf, 93) [11]
Medyen
halkının taşıdığı kötü özellikler, bugün din ahlakından uzak yaşayan toplumlarda
sık görülen ve yaygın olarak yaşanan, hatta kimi zaman doğal karşılanan
özelliklerdir. Bu nedenle Hz. Şuayb’ın kavmine yaptığı çağrıların her biri bugün
ve bundan sonra yaşayacak insanlar için de geçerlidir. Bu hatırlatmalardan bugün
de tüm insanların öğüt almaları gerekir.

Bugün de insanlar, Allah korkusu
ve din ahlakının sonucu olarak gerek günlük yaşamlarında gerekse ticaret
yaparken, dürüst bir tutum sergilemeli, yeryüzünde düzeni korumalı,
bozgunculuktan uzak durmalıdırlar. Aksi takdirde geçmişteki kavimlerin başlarına
gelenlerin bir benzeriyle karşılaşabilirler.
Burada iman edenlerin yapması
gereken önemli görevlerden birisi de, çevresine örnek olacak güzel ahlakı
göstererek insanları bu konularda uyarmak ve Kuran ahlakını yaşamaya davet
etmektir. Yüce Allah Kuran’da, samimi Müslümanların zulmün ve haksızlıkların
sona ermesi, güzel ahlakın insanlar üzerinde hakim olması ve din ahlakının
aslına uygun olarak yaşanması için ciddi çaba göstermeleri gerektiğini şöyle
bildirmiştir:

«Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve
kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte
bunlardır.»
(Al-i İmran Suresi, 104)[20][21]
Eyke'nin
Helakı


Hz. Şuayb ve ona inananlar, kurtulup Medyen'e yakın yerde,
yeşillik, ağaçlık ve bolluk içinde bir şehir olan Eyke'ye giderek, oradaki
insanlara doğru yolu göstermekle vazîfelendirildi.[2] Eshâb-ı Eyke de, müşrik
oldukları gibi, aynı zamanda, Medyen halkının kötü âdetlerini de, benimseyip
âdet edinmişlerdi.[41][35]
Eyke halkı, parayı tartı ile alırlar,
kenarlarından kırptıktan sonra, tâne ile verirlerdi. Alış-verişlerinde karşı
taraftakine muhakkak zarar verirler ve onu aldatırlardı. Alırken ucuz ve fazla
fazla alırlar, satarken pahalı ve eksik verirlerdi. Yolcuları soyarlar, putlara
taparlardı. Hz. Şuayb'a inanmak için gelenleri vazgeçirmek için çalışırlar, Hz.
Şuayb'a yalancı derlerdi. İstekleri olmazsa, tehditte bulunup, eziyet
ederlerdi.

Hz. Şuayb, Eyke halkını Allah-u teâlâya îmân ve ibâdet etmeye,
azgınlık ve taşkınlıklarından vazgeçmeye dâvet etti. Eyke halkı, Hz. Şuayb'dan
mûcize istediler. Hz. Şuayb, çevredeki putlara hitap edip; “Rabbiniz kimdir?
Ben kimim? Söyleyin!”
dedi. Taş ve ağaçtan yapılmış cansız birer varlık olan
putlar dile gelip; “Rabbimiz ve yaratıcımız Allah-u teâlâdır. Yâ Hz. Şuayb!
Sen ise Allah-u teâlânın peygamberisin!”
dediler ve kâidelerinden yere düşüp
paramparça oldular. Bu mûcize karşısında bâzı kimseler îmâna
geldi.

İnanmayanlar da azgınlıklarını daha da arttırdılar. Hz. Şuayb, son
defâ îkâz edip, puta tapmaktan vaz geçmelerini, Allah'a îmân etmelerini ölçü ve
tartıda adâletli olmalarını ve her türlü zulümden vazgeçip, kurtulmalarını
söylediyse de inkâr edip inanmadılar. Alay ettiler, yalancısın, sihirbazsın,
büyülenmişsin dediler. Îmân etmeyeceklerini açıkça söyleyip; “Eğer sen doğru
sözlüysen, bize gökten azap indir.”
dediler.[2]

Hz. Şuayb, onlara
söyle cevap verdi: "Rabbim, yaptığınızı daha iyi bilir" (es-şuara,
188).[43] Hz. Şuayb, bu azgın kavmi Allah-u teâlâya havâle etti. Allah-u teâlâ,
onlara isyanları sebebiyle şiddetli bir azap göndererek hepsini helâk etti.[2]
Yüce Allah, onlara verilen azabı, söyle haber veriyor:
«O'nu yalanladılar.
Nihâyet o gölge gününün azabı, kendilerini yakaladı. Gerçekten o, büyük bir
günün azabı idi. Muhakkak ki, bunda bir ibret vardır. Ama yine çokları
inanmazlar.»
(es-şuarâ, 189-190).

Ayette söz konusu olan "gölge
gününün azabı"
hakkında, müfessirler söyle bir açıklamada bulunuyorlar:
Eykeliler, azap isteyince; Güneş, 7 gün müthiş bir sıcaklık yaydı.[43] Önce
ortalığı kasıp kavuran şiddetli bir sıcaklığa tutuldular. Sular, fokur fokur
kaynadı. Susuzluktan kıvranıyorlar, sıcak suları içtikçe içleri yanıyordu.
Çâresizlikten gölge ve içecek su arıyorlar, bir taraftan bir tarafa
koşuyorlardı. Bu hâl, 7 gün devâm etti.[2] O sırada gökyüzünde siyah bir bulut
belirdi ve serin bir rüzgar esti. Bunu gören Eyke'liler, bulutun gölgesinde
toplandılar. Birden o buluttan bir ateş indi ve Eyke halkı yeryüzünden
silindi.[2][43]
Eykelilerin helâk edildiği bugün, Kurân-ı Kerîm'de (gölge
günü) olarak bildirilmekte ve meâlen şöyle buyrulmaktadır:
«O gölge
(zulle) gününün azâbı onları yakalayıverdi. Gerçekten o azap büyük bir günah
azâbı idi.»
(Şuarâ sûresi: 189) [2]
Yüce Allah; Hz. Şuayb'la ona, iman
edenleri, bu azaplardan rahmetiyle kurtardı.[35]
Mekke'ye Hicret
Edişi


Hz. Şuayb, Eyke ahâlisinin helâk olmasından sonra, inananlarla
birlikte Medyen'e gidip yerleşti [2] ve vefatına kadar oradan hiç ayrılmadı.[44]
İnananlardan birinin kızıyla evlendi. İki kızı oldu. Kızlar, büyüdü. Kendisi,
iyice yaşlandı. Allah korkusundan çok gözyaşı döktü. Gözleri zayıfladı, vücudu
kuvvetten düştü. Rivayete göre bu sırada Mısır'dan çıkıp Medyen'e gelen Hz.
Mûsâ, kuyu başında koyunlarını sulamak için bekleyen Hz. Şuayb'ın kızlarına
yardım ederek, koyunlarını suladı. Hz. Şuayb, ücret vermek için onu evine dâvet
etti. Onu emin güvenilir bir kimse olarak görüp, koyunlarına çoban tuttu. 8 sene
koyunlarını gütmesi şartıyla kızlarından birini ona nikâhladı. Hz. Mûsâ, orada
10 sene kaldı. Çocukları oldu. Daha sonra Mısır'a göç etti. (Bu konuda ittifak
yoktur. Akhenaton notu) [2]
Vefatı

Sıhhati düzelip gözleri
açılan Hz. Şuayb, her sene Medyen'den Mısır'a giderek kızı ve dâmâdını ziyâret
etti. Bir müddet sonra Mekke-i mükerremeye gidip yerleşti. Daha sonra da orada
vefât etti.[2] Vefâtında 300 [2][12] ya da 140 [45] yaşında olduğu [2] ve
türbesinin, Kâbe'nin batısında, Darü'n-nedve ile Benu Semh kapısının [46][47]
(Rükn ile Makam) [12] arasında olduğu rivâyet edilir.[47] Zâten,
Peygamberlerden, ümmeti helak olan Peygamber, Mekke'ye gelir, orada, Allâha
ibadete koyulur, kendisi ve yanındakiler, vefat edinceye kadar orada kalırdı.
Nitekim, Nuh, Hûd, Salih ve Şuayb Aleyhisselâmların kabirlerinin Zemzem'le
Hacerülesved arasında bulunduğu bildirilmektedir.[48][35]
O'na ve gönderilen
bütün Peygamberlere selâm olsun!
Mucizeleri

Hz. Şuayb'ın altı
çeşit mûcizesi vardır:
 


  1. Hz. Şuayb'ın duâsı bereketiyle, koyunlardan doğmuş siyah kuzuların hepsi
    beyaz olmuştur.
     
  2. Hz. Şuayb'ın duâsı bereketiyle taşlar toprak olmuştu. Şöyle ki: Medyen
    kasabası dağlık, taşlık bir yer olduğundan: “Hak peygamber iseniz, duâ
    ediniz, şu dağlar, taşlar kalkıp, yerimiz geniş olsun.”
    diye teklif
    etmişlerdi. Hz. Şuayb duâ edince, Cenab-ı Hak duâsını kabul edip, elini o dağ ve
    taşlar üzerine koy, diye emreyledi. Elini koyunca hepsi toprak oluverdi.
     
  3. Hz. Şuayb'ın duâsı bereketiyle Medyen'de bâzı taşlar koyun olmuştur. Şöyle
    ki, kendilerinin hiç koyunu olmadığı için kavmi, bizim koyunlarımızı elimizden
    almak için Hz. Şuayb buraya gelmiştir diye söz etmişlerdi. Hz. Şuayb bunu
    işitince, çok üzülüp, kendinin de koyunu olması için Cenab-ı Hakka duâ eyledi.
    Cenab-ı Hak, duâsını kabul edip, orada bulunan taşlara eliyle işâret etmesini
    emreyledi. Hz. Şuayb işâret ettiği anda o taşlar koyun oluverdi. Bu sûretle
    koyunları kavminin koyunundan birkaç misli fazla oldu. O koyunları sekiz, yâhut
    on sene Mûsâ'ya güttürüp, kızını da ona verdiği meşhurdur.
     
  4. Hz. Şuayb, bir yerin taşları etrâfında dönünce, o taşlar hemen bakır olup,
    ahâli bununla pek zengin olmuştur.
     
  5. Hz. Şuayb'ın duâsı bereketiyle kum tepeleri yerinden kalkmıştır.
     
  6. Hz. Şuayb, bir dağa çıkmak istediği zaman, dağ âdeta devenin oturup kalktığı
    gibi, Hz. Şuayb çıkıncaya kadar küçülür, çıktıktan sonra evvelki hâli gibi büyük
    bir dağ olurdu.[2]

Sonuç

Tarihin derinliklerinde kalmış
olan Medyen ve Eyke'deki egemen sosyo-ekonomik düzenle çağımıza hakim olan
küresel sistem arasındaki benzerlikler, bir hayli şaşırtıcıdır. Kur'an'ın
beyanından öğreniyoruz ki, Medyen ve Eyke'nin yönetici elitleri, çeşitli ticari
hile ve sahtekarlık yöntemleriyle aşırı kâr sağlamayı, insanların mallarını gasp
ederek haksız kazanç elde etmeyi bir alışkanlık haline getirmişlerdi. İnsan
haklarını açıkça çiğnemeleri, soygun ve yağmacılığı meşru kabul etmeleri
nedeniyle ticaret hayatının güvenliği kalmamış, sosyo-ekonomik düzen tamamıyla
bozulmuştu.

Refah ve bolluktan şımaran mutlu azınlık, ekonomik ve siyasal
güçlerine güvenerek kendilerinden daha zayıf gördükleri mümin insanlara işkence
baskı yapmakta, onları zorla kendi batıl sistemlerine entegre etmeye
çalışmaktaydılar. Bugün de bu soygun ve vurgunlar, son derece ince ve akıl almaz
yöntemlerle yapılmakta; müminleri ve mustaz'afları baskı altında tutmak için de
aynı Şeytani sinsi yöntemler kullanılmaktadır. Dolayısıyla Medyen-Eykelileri
bekleyen akibet, bu çağın fesatçılarını da beklemektedir.[49]