Hz. Şuayb`ın Hayatı
Hz. Şuayb (Arapça: شعيب, İbranice: יִתְרוֹ Yitro), [1] Medyen ve Eyke ahâlisine 
gönderilen bir peygamberdir. Hz. İbrâhim'in veya Hz. Sâlih'in neslindendir. 
Soyunun anne tarafından Hz. Lut'un kızına ulaştığı ve Hz. Eyyûb'la teyze 
oğulları oldukları rivâyet edilmiştir.[2] Hz. Şuayb'ın soyu, Şuayb b. Mîkâil 
[3], b. Yeşcür [4], b. Medyen, b. İbrahim şeklindedir.[5][6]
İttifak edilen 
görüş, Hz. İbrahim'in soyundan geldiği olsa da, babasının ismi hakkında tam bir 
ittifak yoktur. O zat hakkında Mikail, Mikyil, Ayfa, Cizî, Becheb gibi 
isimlerden bahsedilmiştir.[7][8]
Mikail ismi, farklı farklı kaynaklarda hem 
Hz. Şuayb, hem babası hem de annesinin ismi olarak geçmektedir. (Akhenaton 
notu)
Hz. Şuayb'ın Tevrât'ta ismi Mikâil olarak bildirilmiştir.[2] Kimi 
kaynaklarda Mikail, Hz. Şuayb'ın Hz. Lut'un kızlarından biri olan annesinin [9] 
ve kimi zaman da babasının adı olarak geçer.[7] Yine farklı bir görüş olarak; 
Hz. Şuayb'ın annesi, Hz. Lut'un kızıydı diyenler olduğu gibi, Hz. Şuayb'ın Hz. 
Lut'un kızıyla evlendiğini nakledenler de olmuştur.[7][8]
Kimi kaynaklara 
göre Hz. Şuayb, aynı zamanda da Hz. Mûsâ'nın kayınpederiydi.[2] Kızı Safura'yı 
Hz. Musa ile evlendirmişti.[10] İbn-i Kesir; Hasan Basri ve Malik b. Enes'den 
nakledilen bir rivayeti delil getirerek diyor ki: "Şuayb, kavmi helâk 
olduktan sonra uzun bir süre yaşamış ve aynı zamanda Musa (a.s)'a, kızını 
nikâhlamıştır." [11] Fakat çoğunluğun görüşü, Hz Musa'nın Medyen'de 
görüştüğü ve kayınpederi olan bu Şuayb isimli zatın, peygamber olan Hz. 
Şuayb'dan farklı biri olduğudur. Çünkü Hz. Şuayb, Hz. Lut'un kızlarından biriyle 
evlendiği ya da annesinin Hz. Lut'un kızlarından biri olduğunu da göz önüne 
alarak, Hz. Lut ile Hz. Musa arasında asırlarca süren bir zaman farkı 
vardır.[8]
Kişiliği
Hz. Şuayb, kavmi ve kabilesi arasında 
tertemiz bir ahlak ile tanınmıştı. Son derece sabırlı, olaylar karşısında 
heyecana kapılmayan, aklın ve tecrübenin verdiği ölçüler doğrultusunda hareket 
eden halim bir insandı. Hakkı batıldan, iyiyi kötüden ayırma konusunda 
kabilesinin de can-u gönülden takdîr ettiği bir şahsiyetin sahibiydi. Öyle ki 
onun karşısında hasım ve düşmanlıklarını açıkça ilan ettikleri zaman bile, onun 
halim ve reşid bir şahsiyet olduğunu itiraf etmekten kendini 
alamamışlardı.[8]
Hz. Şuayb, Arapça konuşurdu.[12] Büyük bir hatipti.[13] 
Fesahat ve belagat sahibi idi.[12] İnsanları güzel söz ve nasihatlerle 
aydınlatmaya çalıştı.[13] Kavmine güzel söz söylemesi, tatlı ve tesirli hitap 
etmesi sebebiyle kendisine "Hatîb-ül-Enbiyâ" (Peygamberlerin hatîbi) 
denildi.[14][13][2]
Yüce Allah'tan Şuayb (a.s)'a kitap veya sahife 
gönderilmedi.[15] O, Âdem, Şit, İdris, Nuh ve İbrahim'e indirilen sahifeleri 
okudu [16][15] ve onlarla tebliğde bulundu.[15] İnsanlara Hz. İbrâhim'e 
bildirilen dînin emir ve yasaklarını tebliğ etti.
Arabistan Yarımadasının 
kuzeybatısında Hicâz'la Filistin arasında Kızıldeniz sâhilinde yer alan Akabe 
Körfezinden Humus Vâdisine kadar uzanan Medyen bölgesinde doğup büyüyen Hz. 
Şuayb, o kavmin asîl bir âilesine mensuptu. Gençliği, dedelerinden Medyen adlı 
bir şahsın etrâfında toplandıkları için bu adla anılan Medyen halkı arasında 
geçen Hz. Şuayb, azgın ve sapık kavmin kötülüklerinden uzak yaşar, babasından 
kalan koyunlarıyla meşgul olur ve çok namaz kılardı.[2]
Hz. Şuayb'ın bir 
başka husûsiyeti de çok gözyaşı döken bir peygamber olmasıdır. Yaşlılığı 
esnâsında gözleri iyice zayıflamış, vücûdu da kuvvetten kesilmişti. Birkaç defa 
gözlerini kaybedesiye ağladı. Cenâb-ı Hak, yine gözlerini iâde 
edip:
“Ey Şuayb! Bu ağlama nedir? Cennet iştiyâkından mı, cehennem 
korkusundan mı?” diye vahyile suâl ettiğinde “Yâ Rabbî! Sen bilirsin ki, 
ağlayışım ne cennet iştiyâkından, ne de cehennem korkusundandır. Muhabbetin 
kalbime yerleşmiştir. Bir de endişem vardır: «Cemâlini müşâhede edebilmek!..» 
Eğer Sana nazar edebileceksem, hiçbir şeye gam yemem…” dedi. Cenâb-ı Hak 
vahyedip: “Sözünde sâdık olduğuna göre cemâlimi seyretmek Sana mübârek olsun 
ey Şuayb! Bu sebeple kelîmim Mûsâ bin İmrân’ı da Sana hâdim olarak 
veriyorum!” buyurdu.
Hz. Şuayb, merhametinin şiddetinden dolayı, 
insanları içinde bulundukları acınacak hâlden kurtarmak için ömrü boyunca 
kendisini yıpratırcasına bir gayret göstermiş, bu uğurda bütün gücünü sarf 
etmiştir.[17]
Hz. Şuayb; orta boylu, buğday benizli idi. Son zamanlarında, 
gözleri, görmez olmuştu.[18] Âmâ idi. [19]
Kurân-ı Kerîm'de A'râf, Şuarâ, Hûd 
ve Ankebût sûrelerinde Hz. Şuayb, Medyen ve Eyke kavimleri hakkında âyet-i 
kerîmeler mevcuttur.[2]
Hayatı
Allah gönderdiği elçiler 
vesilesiyle insanlara sonsuz kudretini, makamının yüceliğini ve üstünlüğünü, 
Kendisi'ne karşı gelenler için hazırladığı azabın şiddetini ve büyüklüğünü 
detaylı olarak bildirmiştir. Elçilerin bu tebliğinden sonra insanların yapması 
gereken, bu gerçekleri samimi olarak derin bir şekilde tefekkür etmek, niyetinde 
ve yaptığı işlerde hep bu gerçeklerin bilincinde bir tavır 
göstermektir.
Geçmişte yaşamış ve helak edilmiş olan tüm kavimler 
incelendiğinde, bunların kendilerine yapılan tebliğe rağmen Allah’tan korkmayan, 
çirkin sapıklıklar yapan, başkalarının haklarına tecavüz eden, utanma 
duygularını kaybetmiş, yalnızca kendi menfaatlerini ve dünyevi çıkarlarını 
düşünen insanlar oldukları görülmektedir.
Bu şekilde helake uğrayan 
kavimlerden bir tanesi de Medyen kavmidir. Bu kavmin de en önemli 
özelliklerinden biri, pek çok farklı yöntem kullanarak ticarette hile 
yapmalarıdır. Hz. Şuayb’ın kavmini bu konuda uyardığı ve bunu terk etmemeleri 
durumunda helak ile karşılacaklarını hatırlattığı Kuran’da detaylı olarak yer 
almaktadır.[20][21]
Medyen ve Ashab-ül Eyke(Eyke Halkı'na), Kuran'da adı 
geçen Hz. Şuayb, elçi olarak gönderildi. Şuayb, bu iki kavmin her birine, ayrı 
ayrı "tebliğ"de bulundu. Bu iki toplulukla yaptığı "tebliğ 
mücadelesi", Kuran'da çeşitli ayetlerde geçmektedir.[11]
Medyen ve 
Eyke Halkı
Medyen, Kurân-ı Kerim'de Hz. Şuayb (a.s)'in kavmini 
tevhide davet ettiği yer olarak adı geçen şehirdir.[22]
Medyen ve Eyke, 
dağlık ve ormanlık olan iki ülkeydi. Medyen toprakları, Hicaz'ın kuzey 
batısında, oradan Kızıldeniz'in doğu sahiline, Güney Filistin'e, Akabe 
Körfezi'ne ve Sina Yarımadası'nın bir bölümüne kadar uzanan bölgelerde yer 
alır.[23][24] Medyen'in büyüklüğü ve zenginliğinin sebebi kervanların buradan 
geçmesi idi. Öyle ki, Hindistan'dan gelip Mısır, Cezayir veya Tunus'a gidenler 
bu yolu kullanıyorlardı. Medyen'e yakın Kızıldeniz sahilinde başka bir şehir 
daha vardı. Buraya da Eyke adı verilmişti.[25]
Medyen, Kulzum denizinin üst 
tarafında, Tebük şehrinin hizasında, Tebük'e, altı Merhale kadar uzaklıkta, 
Tebük'ten daha büyük bir şehirdir.[50] Medyen ile Tebük, birbirine komşudur.[26] 
Mûsâ Aleyhisselâmın, Mısır'dan kaçtığı zaman, Şuayb Aleyhisselâmın davarlarını 
suladığı kuyu üzerine, bir bina yapılmış olarak hâlâ, Medyen'de 
bulunmaktadır.[27]
Coğrafyacılara göre Medyen şehri, Tebük'ten altı günlük 
mesafede bir sahil şehridir. Medyen, Ayla'dan Medine'ye giden hacıların takip 
ettikleri yol üzerinde, ikinci konak yeriydi. Mekke'ye bağlı mevkiler arasında 
yer alıyordu. IX. asırda, Ya'kübi; Medyen'in, akar ve memba suları, bahçeleri ve 
hurmalıkları bol bir bölgede bulunduğunu ifade etmektedir. İstahri; Medyen'in, 
Tebük'ten daha büyük olduğunu söylemektedir.
Aynı zamanda, o çağda bir evin 
altında gizli bulunan bir kaynaktan bahsetmektedir. Daha sonra bu şehir, yavaş 
yavaş rağbetten düşmüştür. XII. asırda İdrisi bu şehirden, gelir kaynakları 
olmayan bir ticaret şehri olarak bahseder. Abu'l- Fida'ya göre de, XIV. asırda, 
harabe halinde bulunmaktaydı. Bu şehir, son devirlerde, Rüppell, Burton ve Musil 
tarafından, yeniden ziyaret edilmiştir.
Arapların mezar çukurlarına atfen 
"Mağairi Şu'ayb" dedikleri büyük harabeler vardır. Sahildeki Makna'dan 
tahminen 28 km mesafede, 28° 28' kuzeyde, akarsuları ve hurmalıkları ile meşhur 
al-Bad Vadisi'nin güney kısmında bulunmaktadır. Burton'a göre, 29° 28' ve 27° 
40' kuzey dereceleri arasında bulunan bütün ülkeye, Arz-ı Medyen 
denilmektedir.[11]
Medyen, İbranice'de, "çekişme" ve 
"yargı" gibi anlamlara gelmektedir. Kelimenin semitik yapısı; 
"yargılama yeri" anlamında bir kökten, gelmektedir. Aynı zamanda Medyen, 
Hz. İbrahim'in, Ketura adlı cariyesinden doğan oğlunun adıdır.
İbrahim'in 
Ketura'dan çocukları; Zimran, Yokşan, Meden, Medyen, Yişbak, Şuah'dır. Medyen'in 
çocukları ise; Eyfa, Efer, Hanok, Abida, Eldaa'dır.[11]
Medyen'e, Medyen b. 
İbrahim Aleyhisselâm'dan dolayı, Medyen ismi verilmiştir.[27] Medyen; hem Medyen 
b. İbrahim Aleyhisselâm oğullarının, hem de, yurtlarının ismiydi.[28][6] Medyen 
daha sonra Kızıldeniz civarında Hazreti Şuayb'ın tesis ettiği kasabaya itlâk 
edilmiştir.[29]
Eyke ve Medyen o zamanın en zengin şehirlerindendi. Ama bu 
zenginliği hile ve haram ile elde etmişlerdi. Bu şehirlerin insanları şehre 
gelen kavimlerden, kervanlardan haksız kazançlar elde ediyorlardı. Şehre girişte 
kayaların arasında dar bir geçit vardı. Kervanlar buraya girdiğinde bozguna 
uğrar, yağma edilir, ellerindekiler zorla alınırdı. Karşı koyanlar ise 
canlarından olurlardı. Gelen, kervanlar sattıkları malların karşılığını 
alamıyorlardı. Medyen halkında ahläk kalmamıştı. Dürüst değillerdi. Bu kavgacı 
halleri bazen kendi aralarında da görülüyordu.[25]
Eyke, deniz sahili ile 
Medyen arasında bulunan [30], sık ağaçlı, meşelik bir yer olup [31] burada 
oturan halk'a: "Eshâb-ı Eyke" denilirdi. Eshâb-ı Eyke; Şuayb 
Aleyhisselâmın -Medyen halkı gibi- kavmi, değildi.[32]
Gerek Medyen halkı, 
gerek Eshab-ı Eyke, kendilerine Peygamber gönderilen iki ayrı kavim idi.[33] 
Eshabı-Eyke; Ehl-i Bâdiye = Kır halkı idi.[34][35] Orrmanlık bir bölgede 
yerleşmiş olmaları sebebiyle bu isim verilmiştir.(Bknz. Hicr Suresi 78-79) 
[8]
Medyen halkı, Yahudi ve Hıristiyanların kutsal kitaplarında 
"Mudyâniler" (midianites) diye geçer. Hz. Yusuf'u Gilead'dan Mısır'a 
giderken alıp götüren, Midyâni tüccarlardır (Tekvin 37:25-28, 36)[22] 
Midianlıların Assur ve Hitit kaynaklarında adı geçen ve Harran yöresinde 
yerleşik oldukları anlaşılan Mitanniler olup olmadığı açık 
değildir.[1]
Medyen'in Helakı
Kuran'ın Medyen halkı hakkında 
anlattıklarının önemini kavramak için, bu insanların, Hz. İbrahim'in 3. hanımı 
Katurah (Ketura)'dan olma oğlu Midyan'ın soyundan geldikleri iddialarına dikkat 
edilmelidir. Doğrudan doğruya onun neslinden gelmemiş oldukları halde; tümü, 
onun soyundan olduklarını iddia etmişlerdir. Çünkü eski bir geleneğe göre, büyük 
bir zata bağlı olan herkes, daha sonra yavaş yavaş onun torunları arasında 
sayılmaya başlanırdı. Nitekim Hz. İsmail'in (a.s) soyundan gelmemesine rağmen 
bütün Araplara "İsmailoğulları" denmiştir. Hz. Yakub (a.s)'in soyu 
(israiloğulları) için de durum aynıdır. Aynı şekilde, Hz. İbrahim (a.s)'in 
çocuklarından biri olan Midyan'ın etkisi altına giren tüm bölge halkına Bena 
Medyen (Medyenogullari) ve onların oturduğu yerlere de, "Medyen bölgesi" 
dendi.[36]
Medyenliler, atalarının doğru yolundan ayrılmışlar ve kötü 
yollara sapmışlardı. Allah-u teâlâya îmân ve ibâdet etmeyi bırakmışlar, kendi 
elleriyle yaptıkları putlara ve heykellere tapıyorlardı. Medyen, ticâret 
kervanlarının gelip geçtiği yollar üzerinde olduğundan ticâretle uğraşıyorlardı. 
Yaptıkları alış-verişte muhakkak hîle yapıyorlardı. Yiyecek maddelerini alıp 
stok yapıyorlar, pahalanınca fâhiş fiyatla satıyorlardı. Ölçü ve tartı için iki 
değişik ölçek kullanıyorlar, alırken büyük ölçekle alıyorlar, satarken küçük 
ölçekle veriyorlardı. İnsanların yollarını kesiyorlar, onların mallarına zorla 
el koyuyorlardı. Yol üstünde durup, bilhassa yabancı ve gariplerin mallarını 
çeşitli hîlelere başvurarak ellerinden alıyorlardı. Ayrıca sâhip oldukları pek 
çok nîmetin şükrünü yapmayıp, nankörlük ediyorlardı.[2]
Allah-u teâlâ; 
onlara, doğru yola dâvet etmek için Hz. Şuayb'ı peygamber olarak gönderdi. Hz. 
Şuayb, onlara nasîhatlerde bulunup, Allah-u teâlâya şirk koşmamalarını ve 
yalnızca O'na ibâdet etmelerini, alış-verişte, ölçü ve tartıda haksızlık ve hîle 
yapmamalarını, yeryüzünde bozgunculuk yapmamalarını söyledi. Kötülüklere devâm 
ettikleri takdirde azâba uğrayacaklarını, vazgeçtikleri takdirde mükâfâta 
kavuşacaklarını söyledi.[2]
İnsan, Allah’ın haram kıldığı yollardan dünyada 
bir zenginlik elde edebilir. Ancak bu şekilde kazanılan para ve mal, sahibine 
hiçbir zaman fayda getirmez. Bu kişi kazandıkları ile hiçbir zaman tatmin 
olamaz, istediği gibi bir fayda sağlayamaz. Daha da önemlisi, Allah’ın rızasını 
gözardı ederek sınırlarını çiğneyen ve bu şekilde haksız kazanç elde eden kişi, 
tövbe etmemesi durumunda ahirette de sonsuza kadar cehennem azabı ile karşılık 
görebilecektir. Kuran’da, bu gerçeklerin bilincinde olan Hz. Şuayb’ın, hileli 
düzenlerle kazanç elde eden kavmini hileden sakınmaları gerektiği konusunda 
uyardığı anlatılır.[20][21]
Şuayb (a.s)'in Peygamber olarak Medyen'e 
gönderilmesi ve Medyenlilerle mücadelesi, Kuran'da söyle 
bildirilir:
«Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik). Dedi ki: "Ey 
kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin ondan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden 
açık bir delil geldi. Ölçüyü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik 
vermeyin, düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Eğer inanan 
(insan)lar iseniz böylesi sizin için daha iyidir!... Ve her yolun başına oturup 
da tehdit ederek insanları Allah yolundan çevirmeğe ve O (Allah yolu)nu 
eğriltmeye çalışmayın. Düşünün siz az idiniz, O sizi çogalttı ve bakın 
bozguncuların sonu nasıl oldu!... Eğer içinizden bir kısmı benimle gönderilene 
inanmış, bir kısmı da inanmamış ise, Allah aramızda hükmedinceye kadar sabredin. 
O, hükmedenlerin en iyisidir.» (el-A'raf, 7/85,86,87).
Görülüyor ki 
Şuayb (A.S.) onları Allah'a kulluk etmeye, insan Haklarına saygılı olmaya, her 
türlü bozgunculuktan uzak durmaya ve bu yolda sabırla hareket etmeye davet 
ediyordu.[23][24]
Yüce Allah'ın verdiği rızık bolluğu ve geçim rahatlığı, 
ancak, onların, Allah'a karşı küfürlerini artırıp azaplarını çabuklaştırmağa 
yaradı.[37] Azgınlık ve sapkınlıkta devam ettiler. Şuayb Aleyhisselâmın, onlara, 
Allah'ı hatırlatması, kendilerini, Allah'ın azabı ile korkutması, bir fayda 
vermedi.[38]
Hz. Şuayb, yalnız halkı değil, Mısır Firavununu bile: "Ey 
Firavun! Gök halkı, yer halkı, denizler ve dağlar halkı, kızdığı zaman, 
Allah'ın da, gazaba geleceğinden korkmaz mısın?" diyerek uyarmağa 
çalışmaktan geri durmadı. [39] O zaman, Peygamberlerin Asaları ve bu cümleden 
olarak Hz. Musa'ya vermiş olduğu mucize asa da, Hz. Şuayb'ın yanında 
bulunuyordu.[40]
Medyen halkı Şuayb (a.s)'in nasihatlerini dinlemediler ve 
kötü hareketlerinde daha ileri gittiler. Onların bu isyan ve sapkınlıkları, 
Kuran'da şöyle haber verilir.
«Dediler ki: Ey Şuayb, senin 
söylediklerinden çoğunu anlamıyoruz, biz seni içimizde zayıf görüyoruz. Kabilen 
olmasaydı, seni mutlaka taslarla(öldürür)dük! Senin bize karşı hiç bir 
üstünlüğün yoktur!» (Hud 11/91).[23][24]
Azgın Medyen kavmi, Hz. Şuayb'ın 
sözlerini dinlemeyip, ona karşı çıktılar. Ona inananları tehdit ettiler. Hz. 
Şuayb, bütün sıkıntı, eziyet ve horlamalara rağmen, Medyenlileri doğru yola 
dâvete devâm etti. İbret olarak isyânları sebebiyle helâk edilen Hz. Nûh'un 
gönderildiği kavmin, Hz. Hûd kavminin, Hz. Lût kavminin başına gelen azapları ve 
helâk olmalarını anlattı. İnkârdan vazgeçip îmân etmelerini, mağfiret 
dilemelerini, aksi hâlde kendilerinin de isyân edip, helâk olan kavimler gibi 
azâba düşeceklerini ve helâk olacaklarını açık bir lisanla anlattı. Onun 
peygamberliği, Şam'a kadar duyulmuştu. pek çok kimse gelerek Hz. Şuayb'a îmân 
etmekle şereflendiler. Fakat Medyenliler, yolda durup Hz. Şuayb'a gelenlere mâni 
olmaya çalıştılar. Hz. Şuayb'ı ve ona inananları kendi sapık dinlerine 
dönmedikleri takdirde yurtlarından çıkaracaklarını söyleyip, tehdit ettiler. Hz. 
Şuayb, azgın Medyen halkının, bütün nasîhatlerine rağmen îmâna gelmelerinden 
ümit kesince, onları Allah-u teâlâya havâle etti.
Hz. Şuayb Allah-u 
teâlâya; “Yâ Rabbî! Bizimle kavmimiz arasında hak ile hüküm ver. Sen 
hükmedicilerin hayırlısısın.” diye duâ etti.[2]
Hz. Şuayb’ın 
Allah’tan gelecek azapla uyarmasına rağmen sapkın yollarını terk etmeyen Medyen 
kavmi de, tarih boyunca Allah’ın elçisini ve ayetlerini inkarda direnen tüm 
kavimler gibi daha dünyada iken Allah Katından gönderilen azapla karşılık 
bulmuştur.[20][21] Azgınlıklarına ve inananlara karşı düşmanlıklarına devâm eden 
Medyen halkı üzerine, Allah-u teâlâ azap gönderdi. Cebrâil'in bir sayhası ve bir 
zelzeleyle onların hepsini helâk etti. Hepsi yok oldular. Sanki onlar o beldede 
yaşamamışlardı.[2]
Ayetlerde Medyen kavminin uğradığı son şöyle haber 
verilmiştir:
«Emrimiz geldiği zaman, tarafımızdan bir rahmetle Şuayb’ı 
ve O’nunla birlikte iman edenleri kurtardık; o zulmedenleri dayanılmaz bir ses 
sarıverdi de kendi yurtlarında dizüstü çökmüş olarak sabahladılar. Sanki orada 
hiç refah içinde yaşamamışlar gibi. Haberiniz olsun; Semud’a nasıl bir uzaklık 
verildiyse Medyen (halkına da Allah’ın rahmetinden öyle) bir uzaklık 
(verildi).» (Hud Suresi, 94-95) [20][21]
Ayette geçen "recfe" 
kelimesi, sarsıntı anlamına gelmektedir. Elmalı tefsirinde denilir ki; 
"Semud'un çığlığı üstten, Medyen'in çığlığı alttan gelmiştir." Bundan 
anlaşılan, Semud kavminin kuyruklu yıldızla, Medyen'in ise göktaşı sonucu bir 
depremle helak olduğudur.[11]
Medyen halkını ve diğerlerini helâk eden 
korkunç ses, onları ansızın yakalamıştı. Çekişip duruyorlardı. Sur da gafilleri 
öyle yakalayacak ve o zaman peygamberlerin doğru söylediği son bir kere ortaya 
çıkacak. O da sadece korkunç bir sesten ibaret olacaktır (Yâsin, 
36/48-54).[22]
Medyen kavmi, kâfirlerin kaçınılmaz sonu olan helaka maruz 
kaldıktan sonra, Şuayb(a.s)'ın üzüntüsü, Kur'an'da şöyle 
bildirilir:
«O da onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: "Ey kavmim, 
muhakkak size Rabb'imin mesajını, tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Şimdi ben, 
inkâra sapan bir topluluğa nasıl üzülebilirim?» (Araf, 93) [11]
Medyen 
halkının taşıdığı kötü özellikler, bugün din ahlakından uzak yaşayan toplumlarda 
sık görülen ve yaygın olarak yaşanan, hatta kimi zaman doğal karşılanan 
özelliklerdir. Bu nedenle Hz. Şuayb’ın kavmine yaptığı çağrıların her biri bugün 
ve bundan sonra yaşayacak insanlar için de geçerlidir. Bu hatırlatmalardan bugün 
de tüm insanların öğüt almaları gerekir.
Bugün de insanlar, Allah korkusu 
ve din ahlakının sonucu olarak gerek günlük yaşamlarında gerekse ticaret 
yaparken, dürüst bir tutum sergilemeli, yeryüzünde düzeni korumalı, 
bozgunculuktan uzak durmalıdırlar. Aksi takdirde geçmişteki kavimlerin başlarına 
gelenlerin bir benzeriyle karşılaşabilirler.
Burada iman edenlerin yapması 
gereken önemli görevlerden birisi de, çevresine örnek olacak güzel ahlakı 
göstererek insanları bu konularda uyarmak ve Kuran ahlakını yaşamaya davet 
etmektir. Yüce Allah Kuran’da, samimi Müslümanların zulmün ve haksızlıkların 
sona ermesi, güzel ahlakın insanlar üzerinde hakim olması ve din ahlakının 
aslına uygun olarak yaşanması için ciddi çaba göstermeleri gerektiğini şöyle 
bildirmiştir:
«Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve 
kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte 
bunlardır.» (Al-i İmran Suresi, 104)[20][21]
Eyke'nin 
Helakı
Hz. Şuayb ve ona inananlar, kurtulup Medyen'e yakın yerde, 
yeşillik, ağaçlık ve bolluk içinde bir şehir olan Eyke'ye giderek, oradaki 
insanlara doğru yolu göstermekle vazîfelendirildi.[2] Eshâb-ı Eyke de, müşrik 
oldukları gibi, aynı zamanda, Medyen halkının kötü âdetlerini de, benimseyip 
âdet edinmişlerdi.[41][35]
Eyke halkı, parayı tartı ile alırlar, 
kenarlarından kırptıktan sonra, tâne ile verirlerdi. Alış-verişlerinde karşı 
taraftakine muhakkak zarar verirler ve onu aldatırlardı. Alırken ucuz ve fazla 
fazla alırlar, satarken pahalı ve eksik verirlerdi. Yolcuları soyarlar, putlara 
taparlardı. Hz. Şuayb'a inanmak için gelenleri vazgeçirmek için çalışırlar, Hz. 
Şuayb'a yalancı derlerdi. İstekleri olmazsa, tehditte bulunup, eziyet 
ederlerdi.
Hz. Şuayb, Eyke halkını Allah-u teâlâya îmân ve ibâdet etmeye, 
azgınlık ve taşkınlıklarından vazgeçmeye dâvet etti. Eyke halkı, Hz. Şuayb'dan 
mûcize istediler. Hz. Şuayb, çevredeki putlara hitap edip; “Rabbiniz kimdir? 
Ben kimim? Söyleyin!” dedi. Taş ve ağaçtan yapılmış cansız birer varlık olan 
putlar dile gelip; “Rabbimiz ve yaratıcımız Allah-u teâlâdır. Yâ Hz. Şuayb! 
Sen ise Allah-u teâlânın peygamberisin!” dediler ve kâidelerinden yere düşüp 
paramparça oldular. Bu mûcize karşısında bâzı kimseler îmâna 
geldi.
İnanmayanlar da azgınlıklarını daha da arttırdılar. Hz. Şuayb, son 
defâ îkâz edip, puta tapmaktan vaz geçmelerini, Allah'a îmân etmelerini ölçü ve 
tartıda adâletli olmalarını ve her türlü zulümden vazgeçip, kurtulmalarını 
söylediyse de inkâr edip inanmadılar. Alay ettiler, yalancısın, sihirbazsın, 
büyülenmişsin dediler. Îmân etmeyeceklerini açıkça söyleyip; “Eğer sen doğru 
sözlüysen, bize gökten azap indir.” dediler.[2]
Hz. Şuayb, onlara 
söyle cevap verdi: "Rabbim, yaptığınızı daha iyi bilir" (es-şuara, 
188).[43] Hz. Şuayb, bu azgın kavmi Allah-u teâlâya havâle etti. Allah-u teâlâ, 
onlara isyanları sebebiyle şiddetli bir azap göndererek hepsini helâk etti.[2] 
Yüce Allah, onlara verilen azabı, söyle haber veriyor:
«O'nu yalanladılar. 
Nihâyet o gölge gününün azabı, kendilerini yakaladı. Gerçekten o, büyük bir 
günün azabı idi. Muhakkak ki, bunda bir ibret vardır. Ama yine çokları 
inanmazlar.» (es-şuarâ, 189-190).
Ayette söz konusu olan "gölge 
gününün azabı" hakkında, müfessirler söyle bir açıklamada bulunuyorlar: 
Eykeliler, azap isteyince; Güneş, 7 gün müthiş bir sıcaklık yaydı.[43] Önce 
ortalığı kasıp kavuran şiddetli bir sıcaklığa tutuldular. Sular, fokur fokur 
kaynadı. Susuzluktan kıvranıyorlar, sıcak suları içtikçe içleri yanıyordu. 
Çâresizlikten gölge ve içecek su arıyorlar, bir taraftan bir tarafa 
koşuyorlardı. Bu hâl, 7 gün devâm etti.[2] O sırada gökyüzünde siyah bir bulut 
belirdi ve serin bir rüzgar esti. Bunu gören Eyke'liler, bulutun gölgesinde 
toplandılar. Birden o buluttan bir ateş indi ve Eyke halkı yeryüzünden 
silindi.[2][43]
Eykelilerin helâk edildiği bugün, Kurân-ı Kerîm'de (gölge 
günü) olarak bildirilmekte ve meâlen şöyle buyrulmaktadır:
«O gölge 
(zulle) gününün azâbı onları yakalayıverdi. Gerçekten o azap büyük bir günah 
azâbı idi.» (Şuarâ sûresi: 189) [2]
Yüce Allah; Hz. Şuayb'la ona, iman 
edenleri, bu azaplardan rahmetiyle kurtardı.[35]
Mekke'ye Hicret 
Edişi
Hz. Şuayb, Eyke ahâlisinin helâk olmasından sonra, inananlarla 
birlikte Medyen'e gidip yerleşti [2] ve vefatına kadar oradan hiç ayrılmadı.[44] 
İnananlardan birinin kızıyla evlendi. İki kızı oldu. Kızlar, büyüdü. Kendisi, 
iyice yaşlandı. Allah korkusundan çok gözyaşı döktü. Gözleri zayıfladı, vücudu 
kuvvetten düştü. Rivayete göre bu sırada Mısır'dan çıkıp Medyen'e gelen Hz. 
Mûsâ, kuyu başında koyunlarını sulamak için bekleyen Hz. Şuayb'ın kızlarına 
yardım ederek, koyunlarını suladı. Hz. Şuayb, ücret vermek için onu evine dâvet 
etti. Onu emin güvenilir bir kimse olarak görüp, koyunlarına çoban tuttu. 8 sene 
koyunlarını gütmesi şartıyla kızlarından birini ona nikâhladı. Hz. Mûsâ, orada 
10 sene kaldı. Çocukları oldu. Daha sonra Mısır'a göç etti. (Bu konuda ittifak 
yoktur. Akhenaton notu) [2]
Vefatı
Sıhhati düzelip gözleri 
açılan Hz. Şuayb, her sene Medyen'den Mısır'a giderek kızı ve dâmâdını ziyâret 
etti. Bir müddet sonra Mekke-i mükerremeye gidip yerleşti. Daha sonra da orada 
vefât etti.[2] Vefâtında 300 [2][12] ya da 140 [45] yaşında olduğu [2] ve 
türbesinin, Kâbe'nin batısında, Darü'n-nedve ile Benu Semh kapısının [46][47] 
(Rükn ile Makam) [12] arasında olduğu rivâyet edilir.[47] Zâten, 
Peygamberlerden, ümmeti helak olan Peygamber, Mekke'ye gelir, orada, Allâha 
ibadete koyulur, kendisi ve yanındakiler, vefat edinceye kadar orada kalırdı. 
Nitekim, Nuh, Hûd, Salih ve Şuayb Aleyhisselâmların kabirlerinin Zemzem'le 
Hacerülesved arasında bulunduğu bildirilmektedir.[48][35]
O'na ve gönderilen 
bütün Peygamberlere selâm olsun!
Mucizeleri
Hz. Şuayb'ın altı 
çeşit mûcizesi vardır:
 
- Hz. Şuayb'ın duâsı bereketiyle, koyunlardan doğmuş siyah kuzuların hepsi 
 beyaz olmuştur.
 
- Hz. Şuayb'ın duâsı bereketiyle taşlar toprak olmuştu. Şöyle ki: Medyen 
 kasabası dağlık, taşlık bir yer olduğundan: “Hak peygamber iseniz, duâ
 ediniz, şu dağlar, taşlar kalkıp, yerimiz geniş olsun.” diye teklif
 etmişlerdi. Hz. Şuayb duâ edince, Cenab-ı Hak duâsını kabul edip, elini o dağ ve
 taşlar üzerine koy, diye emreyledi. Elini koyunca hepsi toprak oluverdi.
 
- Hz. Şuayb'ın duâsı bereketiyle Medyen'de bâzı taşlar koyun olmuştur. Şöyle 
 ki, kendilerinin hiç koyunu olmadığı için kavmi, bizim koyunlarımızı elimizden
 almak için Hz. Şuayb buraya gelmiştir diye söz etmişlerdi. Hz. Şuayb bunu
 işitince, çok üzülüp, kendinin de koyunu olması için Cenab-ı Hakka duâ eyledi.
 Cenab-ı Hak, duâsını kabul edip, orada bulunan taşlara eliyle işâret etmesini
 emreyledi. Hz. Şuayb işâret ettiği anda o taşlar koyun oluverdi. Bu sûretle
 koyunları kavminin koyunundan birkaç misli fazla oldu. O koyunları sekiz, yâhut
 on sene Mûsâ'ya güttürüp, kızını da ona verdiği meşhurdur.
 
- Hz. Şuayb, bir yerin taşları etrâfında dönünce, o taşlar hemen bakır olup, 
 ahâli bununla pek zengin olmuştur.
 
- Hz. Şuayb'ın duâsı bereketiyle kum tepeleri yerinden kalkmıştır. 
 
- Hz. Şuayb, bir dağa çıkmak istediği zaman, dağ âdeta devenin oturup kalktığı 
 gibi, Hz. Şuayb çıkıncaya kadar küçülür, çıktıktan sonra evvelki hâli gibi büyük
 bir dağ olurdu.[2]
Sonuç
Tarihin derinliklerinde kalmış 
olan Medyen ve Eyke'deki egemen sosyo-ekonomik düzenle çağımıza hakim olan 
küresel sistem arasındaki benzerlikler, bir hayli şaşırtıcıdır. Kur'an'ın 
beyanından öğreniyoruz ki, Medyen ve Eyke'nin yönetici elitleri, çeşitli ticari 
hile ve sahtekarlık yöntemleriyle aşırı kâr sağlamayı, insanların mallarını gasp 
ederek haksız kazanç elde etmeyi bir alışkanlık haline getirmişlerdi. İnsan 
haklarını açıkça çiğnemeleri, soygun ve yağmacılığı meşru kabul etmeleri 
nedeniyle ticaret hayatının güvenliği kalmamış, sosyo-ekonomik düzen tamamıyla 
bozulmuştu.
Refah ve bolluktan şımaran mutlu azınlık, ekonomik ve siyasal 
güçlerine güvenerek kendilerinden daha zayıf gördükleri mümin insanlara işkence 
baskı yapmakta, onları zorla kendi batıl sistemlerine entegre etmeye 
çalışmaktaydılar. Bugün de bu soygun ve vurgunlar, son derece ince ve akıl almaz 
yöntemlerle yapılmakta; müminleri ve mustaz'afları baskı altında tutmak için de 
aynı Şeytani sinsi yöntemler kullanılmaktadır. Dolayısıyla Medyen-Eykelileri 
bekleyen akibet, bu çağın fesatçılarını da beklemektedir.[49]
